29 Mart 2013 Cuma

Konsantrasyon !

 2012-2013 sezonu başlarken, Galatasaray taraftarının beklentileri genel olarak belliydi aslında. Burak Yılmaz, Hamit Altıntop, Umut Bulut, Nordin Amrabat gibi transferlerden sonra ligde mutlak şampiyonluk parolası ile sezona başlayan sarı kırmızılıların Şampiyonlar Ligi'ndeki hedefi ise gruptan bir üst tura çıkmaktı. Devre arası transferlerine kadar bu başarıyı yakalayan Galatasaray'ın adı Spor Toto Süper Lig'in puan tablosunun da en tepesindeydi. Yani devre arası itibariyle hedeflere üç aşağı beş yukarı ulaşılmıştı.

 Ancak ne olduysa devre arası transfer sezonunda oldu, Galatasaray iki çok önemli transferle kadrosunu güçlendirdi. Bir yıl önce Şampiyonlar Ligi Finali'nde maviler içinde MVP seçilen Didier Drogba ile daha önce bu kupayı Mourinho liderliğinde kazanmış Wesley Sneijder, Galatasaray kadrosuna katıldı. Bu transferlerden sonra Avrupa beklentileri birden bire arttı, Top 16'da eşleşilen Schalke 04 beğenilmedi, Galatasaray'ın vurup geçmesi beklendi.


 Çok şükür ki Galatasaray, Schalke engelini aştı ve çeyrek finale geldi. Çeyrek finaldeki rakip ise Real Madrid oldu. Bence turnuvanın, bu kupaya en çok odaklanmış takımı ile karşılaşacak Galatasaray. Ligden beklentisi olmayan Mourinho'nun giderayak iç mihraklarına gücünü gösterme şansı Şampiyonlar Ligi kupasından geçiyor, bunu hepimiz biliyoruz..

 Hikaye aslında tam olarak da burda başlıyor. Milli maçların bitiminden itibaren herkes Real Madrid-Galatasaray eşleşmesinden, Ronaldo-Burak yarışından, Hamit'in olası golüne sevinip sevinmeyeceğinden, Ünal Aysal'ın CNN'e açıklamalarından bahsediyor..


 Atladığımız en önemli nokta, Cumartesi günü Türk Telekom Arena'da Galatasaray Futbol Takımı'nın çok önemli bir takıma, İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a karşı bir maçı var. Ligin boyu kısaldıkça maçların öneminin ne kadar arttığını anladığımızı zannetmiyorum. Şu transferlerden, beklentilerden sonra şampiyonluğun kaçmasının yaratacağı sıkıntıları bir düşünün.. Şu an Real Madrid'e karşı oynama keyfini yaşarken, önümüzdeki sene bu turnuvada bile olamama tehlikesi mevcut ve biz bu tehlikenin farkında değiliz..

 Avrupa Arenası'nda sürdürülebilir başarı için önce Türkiye Ligi Şampiyonu olmamız gerekiyor. Şampiyonluğun anahtarı ise, böyle kritik maçları kazanmaktan geçiyor, bu da sağlam konsantrasyon gerektiriyor !

27 Mart 2013 Çarşamba

Değişen Parola, Unutulan Güvenlik Sorusu

  Hiddink'in günah keçisi ilan edilip Abdullah Avcı'nın Milli Takım'ın başına geçmesinden sonra düzenlediği basın toplantısında, Avcı yeni bir yapılanmadan bahsetmişti. Yanında Mehmet Ali Aydınlar vardı hoca ile  beraber verdikleri parola çok netti: Milli Takım'da bir kan değişikliği lazım ve biz bu jenerasyon değişimini yapacağız.

 Bu parola ile yola çıkmak gayet mantıklıydı Türk Futbolu'nu yönetenler için. Sonuçta ortada bir başarısızlık ve miyadını doldurmuş bir jenerasyon vardı. Bu değişimi de genç bir teknik adamla yapmak makul bir seçimdi. Özellikle Avcı'nın U21 Milli Takımı'nın başında kazandığı başarılar da göz önünde bulundurulduğunda, seçim doğru gözüküyordu.

 Ancak ne olduysa Hollanda maçından önce oldu. Köprünün altından sular aktı, ülkede şike depremi yaşandı, federasyonun başına ülkenin en başarılı futbol adamı (!) Demirören geldi ve belki de tüm bu olanlar Avcı'nın parolasının değişmesine (değiştirilmesine) sebep oldu. İmza töreninde 'yeni bir yapılanma'dan bahseden Avcı, Hollanda maçından hemen önce '2. olarak değil, direkt olarak şampiyonaya gidecek bir takım yaratacağız' açıklamasını yaptı. 'Yeni bir yapılanma ile yarışmacı takım yaratacağız' demedi mesela, direkt başarı endeksli bir hedef koydu önüne ve bu hedef için geçmesi gereken bir Hollanda Milli Takımı vardı. Romanya, Macaristan gibi takımları daha söylemiyorum bile..


 Hollanda gibi futbol geleneği olan bir ülkeyi geride bırakıp direkt şampiyonaya gidecek bir takım kurarken, yeni bir jenerasyon yaratmak, cümle olarak kulağa rüya gibi geliyor. Ancak bu iş pratikte, okunduğu kadar kolay olmuyor tabi ki. Eğer ki Hollanda maçından önce, başta dile getirdiği parolayı değiştirmemiş olsaydı, bu paralelde oyuncu tercihleri de değişecekti kanımca..

  'Yapılanma' parolasından 'acil başarı' parolasına geçen milli takım ne yazık ki güvenlik sorusunu unutarak sınıfta kaldı.. Bu başarısızlığı Semih'in hatasına bağlayanlara da sözüm şu: şu maça kadar toplam 6 (yazıyla altı) puan alan milli takımın tüm yükünü bu genç omuzlara yüklemek isterseniz, buyrun, hiç tereddüt etmeyin..

24 Mart 2013 Pazar

Milli Maç Arası



Liglerde tam final geri sayımları başlamış, Avrupa Kupaları'nda heyecan doruğa ulaşmışken, futbolun en can sıkıcı aralarından biriyle bölündük yine, milli maç arası. Her ne kadar millilerimiz için çok önemli iki maçı içerse de bu ara, bu oyunun izleyicileri şampiyona elemelerinin bu tempo düşürüşlerinden gitgide daha şikayetçi olmaya başlıyorlar. Milli aralar, özellikle liglerinde form tutan takımların hızlarının kesilmesine yol açarken, formdan düşmüş takımlar için bir soluklanma fırsatı olarak görülebilir. Bu anlamda dengeleyici bir unsurdur, fakat futbol bu gibi dengeleyici unsurlara ne derece ihtiyaç duymaktadır?



Her kıtanın futbol birliği kendine özgü organizasyonlar ile şampiyona eleminasyonlarını yapıp, büyük turnuvalarda mücadele edecek takımları belirliyorlar. Tüm bu eleme maçları, kıtasalar futbol federasyonları birliklerinin ortak fikstürüyle birbirine uyduruluyor. Yani Güney Amerika ülkeleri de Avrupa takvimine uygun oynuyolar eleme maçlarını. Bu durum bir mecburiyet fakat sonucunda, Güney Amerikalı olup da Avrupa'da futbol oynayan oyuncuların (tersine pek rastlamıyoruz) her milli maç dönüşü yol yorgunu olmalarına ve performans düşüklüğü yaşamalarına yol açıyor.

Peki çözüm olarak ne yapılabilir? Her iki yılda bir şampiyona düzenlendiğini ve buna istinaden elemelerin iki futbol sezonuna yayıldığını düşünürsek, pekala iki devreye bölünen eleme maçları 15-21 günlük periyodlarda, adeta birer mini şampiyonaymışcasına sezon başlarında düzenlenebilir. İlk sezonun ağustos sonu - eylül başında bu maçlar yarım devre oynanır, bir sonraki sezon da diğer devre oynanır. İstisna maçlar içinse bu kadar çok duraksamadansa arada tek bir 'pit stopla' elemeler tamamlanabilir. İstisnalardan kast edilen playofflardır. Play offlar bu takvimini sonuna da eklenebilir, ilerleyen bir tarihte tüm kıtalardakiler birbirine uyumlu olacak şekilde 'tek pit stop'a da programlanabilir. Tüm şampiyonaların elemeleri için bu takvimin süresi değişebilir elbette. Bu henüz nihayetlenmemiş bir fikir.

Bu sistemi milli takım teknik direktörlerinin de destekleyeceğini şu açılardan düşünebiliriz:
1- Hep bahsedilen o kulüp takımı hüviyetindeki milli takımı yakalamaları kolaylaşabilir.
2- Milli takım hocaları için kulüp takımlarında da eş zamanlı görev alma şansı doğar. Böylece bu çalıştırıcılar yılda beş ila yedi maç yaparak formdan düşmek durumunda kalmazlar, teknik direktörlük yeteneklerini daha aktif olarak sürdürebilirler.

Şekillendirilmeye açık olan bu fikrin tartışılması ve uygulamaya konması pek çok açıdan hem kulüpler, hem teknik direktörler, hem futbolcular açısından faydalı olabilir.

21 Mart 2013 Perşembe

İsim Babası'nın Doğum Günü'sü


 Kendisiyle uzun süre hep rakiptik. Fen sınıfının en kral takımının beyniydi kendisi, savunmakta zorlandığımız olurdu çokça. 1-0 biten halı saha maçımız alemde nam salmıştı adeta, özel seyircileri olan halı saha maçları yaptık hep.

 Sonra lise bitti, mezuniyette saygıdeğer babasının bize attığı efsane tirad hala aklımdadır. 'Hiç kopmayın' dedi bize, 'Nerede olursanız olun, kopmamalısınız..'

 Sonra üniversite için o İstanbul'a göçtü, benden önce Sami Yen tayfasına katıldı, ben ona okul sonrası katılma şansını yakaladım. Üniversite süresince sık sık görüşmesek de bir yerlerde 'iyi' olduğumuzu bildik en azından. Ben de İstanbul'a göçünce sıkça görüşmeye başladık tekrar, Gün ailesinin reyisinin sözlerini unutmamıştık belli ki..

 Sonra beni Galatasaray Sözlük ile tanıştırdı, oranın etkisiyle bu blogu yazmaya başladık. Sertifika Programları, yazılar falan hep birbirimizden etkilendik. Bu sene başında da beraber yeşil sahaya indik, Espora takımında birbirine en uzak 2 oyuncuyduk saha içinde, saha dışının tam aksine..

 Kısacası bu adamı çok seviyorum, 'Godfather' Gün'ün de dediği gibi hiçbir zaman kopmayacağımızdan da adım gibi eminim..

Doğum günün kutlu olsun kardeşim, doğum günün kutlu olsun Kamil Gün..



13 Mart 2013 Çarşamba

Maçtan 2 Gün Sonraki Dış Basın Analizlerini Özlemek

 Pavlov'un klasik koşullanmış köpekleri gibi, Zadok the Priest'i duyunca, Salı ve Çarşamba gelince, Star TV deyince (Gerçi bir DSmart gerçeği de var artık ne yazık ki) ve de Galatasaray deyince her Türk'ün aklına Şampiyonlar Ligi geliyor. Ve bu takım, isimler değişse bile çoğu zaman standart üstünde bir performans sergiliyor..

 Dün geceki Schalke maçının ilk yarısı bize Terim'in maça nasıl muhteşem hazırlandığını gösterdi. İlk maçtaki aynı oyuncuları kullanarak oynanan oyunu bu kadar değiştirmek tam bir sanat eseri oldu. Oyun içerisinde yapılan ve yapılmayan değişiklikler için ise aynı şeyi söylemek mümkün değildi açıkçası. 60. dakikaya kadar 'iyi oynayan takımı bozmama' kuralına sonuna kadar katıldığım Terim'in 60-90 arasındaki kararları çok yerinde bulduğumu söyleyemem. Ama Terim öyle sağlam hazırlanmış ki maça, turu aslında o hazırlığıyla bizlere getirmişti. İşte bu yüzdendir ki o jenerasyonda babamdan sonra en çok güvendiğim ve sevdiğim adamdır Fatih Terim..


 Birkaç isim inanılmaz öne çıktı maçta, Muslera bize hocasının 2000'de Parken'deki  performansından kesitler sundu, Semih bilinç kaybı yaşarken kademesine dönmeye çalıştı, Selçuk İnan, 90+5'de sadece kendinin attırabileceği bir gole imza atarak, dünya üzerinde her takımda (evet, Barça dahil) oynayabileceğini bir kez daha gösterdi, Hamit yine direği dövdü ama bu sefer devamında top içeri girdi, Burak Yılmaz ise Hollywood filmine benzer futbol kariyerine bir imza daha çaktı.

 96-2001 yılları arasında, benim jenerasyonumdakiler iyi bilirler. Şampiyonlar Ligi maçlarından bir gün sonra Türk Basını takip edilir, iki gün sonra ise Türk Basını üzerinden dış basının Galatasaray ile ilgili yazdıkları okunurdu. Günümüzde ise sosyal medya sayesinde bu romantizmi yaşayamıyoruz ne yazık ki. Bu ufak değişiklik haricinde her şey aynı, yine bir Avrupa Kupası maçı ertesi, yine sokakta yüzlerce insanda sarı kırmızı formalar, gazetelerde yine 'Fatih'in Aslanları' başlıkları ve yine benim mutluluğumun rengi sarı kırmızı, adı da Galatasaray..

8 Mart 2013 Cuma

Kaybedilen Üç Puandan Çok Daha Fazlası !


 Bir futbolcu düşünün, bir buçuk senedir takımı sırtında taşımış, hem oyunuyla, hem beyefendiliğiyle tam bir Galatasaray kaptanı gibi hareket etmiş, herkes tarafından saygı gören bir lider haline gelmiş. Bu futbolcunun yanına uluslararası platformda çok daha büyük isimler gelmiş, ancak bu durum diğer oyuncunun değerinden bir şey götürmemiş pek tabi ki.

 Bu büyük isimlerden bir tanesi geçen hafta son dakikada kazanılan serbest vuruş için topu eline aldı ve topu takımı sürekli sırtlayan oyuncuya bırakmadı. Aynı durum bu gece son anlarına 1-0 girilen maçta kazanılan penaltıda yaşandı. Üstüne üstlük o penaltı da ne yazık ki kaçtı..


 Olayı somutlaştıralım artık, neden bahsettiğimi zaten biliyorsunuz..

 Şampiyonlar Ligi'nde Top 16'da oynayan bir takım düşünün ki, penaltıcısı sahadayken o penaltıyı ona attırmıyor. Çünkü Drogba topu eline almış, ben atacağım demiş. Belki Çin'de bunları çok rahat yapıyordu ancak buranın Galatasaray olduğunu ona kimse anlatmamış, ironiktir ki kenardaki Ümit Davala yada Hasan Şaş da Drogba'ya 'Kardeş çok büyük topçusun ama, bu takımın penaltıcısı Selçuk'tur, şimdi o topu ona bırak' dememiş..

 Daha fazla yazmak isterdim ama gerçekten çok sinirliyim, Terim takımlarında olmaması gereken şeyler olmaya başladığı için.

 O penaltı kaçacaksa Selçuk İnan kaçırmalıydı, Drogba değil..

5 Mart 2013 Salı

O Maç (Man Utd - Real Madrid)

Tarih 23 Nisan 2003'tü ve kutlanan tek bayram Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı değildi. Old Trafford'da Man Utd, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final rövanş maçında Real Madrid'i konuk ediyordu.



Maçtan Notlar:

- İspanya'daki ilk maçı Real Madrid 3-1 kazanmıştı.Goller Real adına Raul (2), Figo ve Manu adına van Nistelrooy'dan gelmişti.

- Quinton Fortune'a ve Ryan Giggs'e göre Manchester United'ın Old Trafford'da şansı yüksekti.

- Real Madrid teknik direktörü Del Bosque, ilk on birde düzenli oynayan Santiago Solari'nin yerine
İngilizlerin yakından tanıdığı eski Liverpoollu Steve McManaman'ı tercih etmişti.

- Manchester United'da David Beckhamla Alex Ferguson'ın arası, Federasyon Kupası'nda Arsenal karşısında alınan yenilgi sonrası yaşanan ayakkabı fırlatma olayı yüzünden açıktı ve ünlü yıldız kulübede, yerine Ole Gunnar Solskjaer sahadaydı.

- Maçın hakemi, uğurlu İtalyan Pier Luigi Collina'ydı.

- 12. dakikada Ronaldo, kaleci Barthez'i avlayarak Real'i deplasmanda 1-0 öne geçirdi.

- 43'te cevap van Nistelrooy'dan geldi ve ilk yarı 1-1 bitti.

- "Gerçek Ronaldo" ikinci yarıya da golle başladı, dakika 50, skor 1-2.

- Ivan Helguera bu golden iki dakika sonra kendi ağlarını gördü: 2-2.

- O gün yine Ronaldo'nun durdurulamaz olduğu günlerden biriydi. Hattrick için 59 dakika yetti
Brezilyalı'ya : 2-3

- 63'te Beckham Veron'un yerine oyuna girerken, 67'de Ronaldo yerini Solari'ye bıraktı.

- Sahne artık Beckham'ındı. 71'de frikikten harika bir golle skoru eşitledi, ve 85'te takımını öne geçirdi: 4-3.

- David Beckham'ın daha sonra yaptığı açıklamya göre, maç içersinde üç kez Realli oyuncular kendisiyle konuşmuştu. Önce Guti gelip maç sonu forma değiştirmek istemiş, ardından Roberto Carlos "Bize geliyor musun?" diye sormuş, son olarak forma isteme sırası Zidane'a gelmişti. Beckham'a göre, o çabalasa da Realli oyuncular kazanacaklarından son derece eminlerdi.

- Maç sonunda Ferguson'un övgüleri Ronaldo içindi.