17 Ağustos'ta Türk işçilerin Belçika'ya gelişinin 50. yılı kutlamaları çerçevesinde düzenlenen RWS Brüksel-Galatasaray maçına damga vuran olay, Burak Yılmaz'ın tribünlerle girdiği diyalog oldu.
Olayın birkaç boyutu var aslında. Sadece o maç için o kadar yolu tepip ufacık, amatör bir tesiste, doğru dürüst güvenlik olmadan o sahada o maçı oynamak, ya da takımı buna zorlamak gerçekten bir yönetim fiyaskosudur. Başkan Ünal Aysal'ın Belçika ile bağı sebebiyle bu işlere girildiği çok belli, ama en azından yine onun etkisiyle daha iyi bir organizasyon olması gerekirdi.
Olayın bir diğer boyutu Galatasaray tribününün ülke, memleket, dil, din, ırk ayırmadan, her coğrafyada kendi futbolcusuna, özellikle de Burak Yılmaz'a gösterdiği tepki. Takım özelinde düşünürsek, bu takım 3 senedir ligin zirvesinde, birçok kupalar kazanmış, Avrupa'da önemli başarılara imza atmış durumda. Burak Yılmaz özelinde düşünürsek, son 4 sezonda 122 maçta 91 gol atmış, Galatasaray formasıyla gol kralı olmuş, ilk senesinde Şampiyonlar Ligi'nde çok ciddi gol rakamlarına çıkıp rüştünü uluslararası arenada da ispat etmiş bir futbolcudan bahsediyoruz. Bu takıma ya da oyuncuya, gazozuna oynanan bir maçta hakaret etmek hangi mantığa uyar? Söylem yanlış anlaşılmasın, maç ne kadar ciddi olursa olsun, spor müsabakalarında küfüre, hakarete yer yoktur ancak bunun da ötesinde, sadece eğlencelik bir maçtaki bu gerginliklerin sebebi nedir? Aslında açıklaması çok basit, biz futbolu spor olarak sevmiyoruz. Biz oyunu sevmiyoruz, takımımızın ezeli rakibi yenmesini seviyoruz. Biz araya atılan pası değil, rakibin kafasına gelen parayı seviyoruz.
Bunun en önemli kanıtı, önemli futbol organizasyonlarında tribünlerin boş kalması olarak gösterilebilir. Örneğin, ümit milli takımlar seviyesinde düzenlenen Dünya Kupası İstanbul'da oynandı ve tarihinin en az seyirci çeken organizasyonu olarak tarihe geçti. Sahada harika futbol oynandı ama bu Türk seyircisini tribüne çekmek için yeterli değil, gerginlik, kavga, küfür, hakaret, nefret olmayan yerde Türk seyircisi barınamaz!
Olayın 3. ve son boyutu ise Burak Yılmaz'ın psikolojisi ile alakalı. Kariyeri çok parlak başlamıştı Burak'ın, Antalya'dan genç bir yetenek olarak Beşiktaş'a transfer oldu, ilk sezonda ciddi süreler aldı ancak durumlar istediği gibi gitmemeye başladı. Kariyeri git gide aşağıya doğru giderken Manisa'da tekrar kendini bulmaya başladı, bu iyi futbolu onu Fenerbahçe'ye taşıdı. Fenerbahçe'de de çok tutunamadıktan sonra kısa bir Eskişehir macerasından hemen sonra kendini Trabzonspor'da buldu ve filmin en keyifli dönemi başladı. Trabzon'da adeta rekorları alt üst etti ve bu başarısı onu Galatasaray'a taşıdı..
Yukarıda çizdiğim inişli-çıkışlı kariyer, Burak'ın şu anki ruh halinin temel sebebi. Burak, tekrar o başarısız günlere dönmek istemiyor ve bu yüzdendir ki, en ufak bir başarısızlıkta hırçınlaşıyor, duygusallaşıyor. Bu en ufak başarısızlık bazen bir maç sırasında bile yaşanabiliyor, kaçırdığı gol sonrası kendini toparlaması ortalama bir topçudan daha çok zaman alıyor. Hep başarılı olmak istiyor Burak Yılmaz, tenkit edilen adam olmak yerine hep rekorların adamı olarak kalmak istiyor ama bu da ciddi bir travma yaratıyor onda. Bu durum da kendisinin, kendi taraftarına bile, antipatik görünmesini sağlıyor.
Tam da bu noktada aklıma şu soru geliyor. Benim gibi sıradan bir futbol izleyicisi bile Burak'ın sıkıntısını görebilirken, koskoca Galatasaray teknik ve idari ekibi bunu nasıl göremiyor? Burak'ın ciddi şekilde psikolojik destek alması gerekiyor, acaba bu kulüp tarafından sağlanıyor mu? Ben hiç sanmıyorum. Ayrıca burada Burak'a da bir eleştiri yöneltilebilir, insan kendisinin de hatalarını görüp bir check etme ihtiyacı hissedebilir. Sıkıntı çok net ortadayken, bununla ilgili bir şey yapmamak mıdır tek çözüm?
Burak'ın attığı gollerle Avrupa zaferlerine deliler gibi sevinen ama ona kenardan küfür eden 'taraftar' arkadaş, elini vicdanına koy da söyle, bir gün bu genç adam 'yeter artık, ben küfür yemeye mi iniyorum bu sahaya' diyemez mi? Pes edemez mi? Pes ederse, hep beraber mutlu mu olacaksınız? Sahiden, bir gün Burak da yılamaz mı hepinizden?