İlginç bir maç günüydü her bakımdan. 1 Mayıs 32 yıl aradan sonra Taksim Meydanı'nda kutlanabiliyordu. Öğlen saatlerine doğru 200.000 kişi, meydanı ve çevresini tamamen doldurmuştu. Demokratik haklarını arayan insanlar olduğunu görmek, gerçekten çok güzeldi, ancak maça gitmeye çalışan zavallı taraftar için metronun hiç bir kolunun çalışmadığını görmek de bir o kadar üzücüydü..
Neyse ki, bu vesileyle, zaten içimde ukde olan 1 Mayıs yürüyüşünün Pangaltı-Mecidiyeköy etabına Galatasaray formamla katılmış oldum. Yeri geldi onlarla slogan attım, yeri geldi maçın ayrıntılarını soran yaşlı amcalara yanıtlar verdim. Kötü olmadı yani yürüdüğüm, ben de demokratik hakkımı kullanıp, 1 Mayıs'da ucundan kıyısından da olsa yürümüş oldum.
Ancak bu durum bana, Vali de olsa kimsenin sözüne güvenmem gerektiğini gösterdi. Bir gün önce, saniyede 48 kelime telaffuz edebilen Valimizin 'Taksim durakları dışında tüm metro çalışacaktır' açıklamasının üstüne metroyu tamamen kapalı görmek, beni bu yargıya itti tabi ki..
Evden öğlen 3 civarlarında çıktığım düşünülürse, Balkanlarda oynanması olası bir UEFA ligi deplasmanına da aynı saatte çıkmamın yeterli olabileceğini düşündüm. Mesela bir Olimpiakos deplasmanı için 15:30'da Havaş'a binilse, 17:30'da uçak kalksa, 19:00'da havaalanına ulaşılsa, bir taksiyle çok rahat bir şekilde maça yetişilebilirdi. Ancak ben, bırakın başka bir ülkeyi, başka bir şehirde bile olmayan bir deplasman için evden, maçın başlamasından 5 saat önce çıkmak zorunda kalıyorum, varın siz düşünün Olimpiyat Stadının mezalimini..
Neyse ki, Mecidiyeköy'den Olimpiyat Stadı'na Galatasaray sözlük yazarlarından bir arkadaşın arabasıyla ulaşacaktık. Toplu taşıma ile ulaşımı sağlayacak taraftarlara göre tabi ki şanslıydık. Ama pek tabi ki, iddiası kalmamış bir takımın peşinden, en zor ulaşılan deplasmana gitme fikri, bir çok yakınımıza gayet saçma gelmişti. Biz de mantıklı bir yanını açıklayamadık zaten..
Stad çevresine ulaşıldığında görüldü ki, 17:30 itibariyle 1 taraftara 2 köfteci, 3 sucu, 4.5 da çekirdekçi düşmekteydi. Maça ilgi bir hayli azdı, tabi son saniye bedavacıları için o saatler oldukça erkendi.
Bizim için maçtan aklıda kalan bir başka nokta daha var. Maçın başlamasına yaklaşık 2 saat varken, mazotu biten insanların, en yakın uygarlık belirtisine yürüme mesafesiyle yarım saat uzakken yaşadıkları dramı gördüm. Diğer yandan, bu sorunu çözmek için, hayatında ilk kez gördüğü, belki adını bile hatırlayamadığı, ancak aynı renklere aşık olduklarını bildiği bir kişiye, arabasını vermesi, sanırım sadece bizim ülkemizde görülebilecek bir olaydır. Sadece aynı renklerin peşinden koşan insanların birbirlerine duyduğu güvendir sanırım bu. Tam da burda, bu güveni kullanan insanların hikayeleri de yazılırdı ama, o başka bir başlık altında kaleme alınması gereken bir mevzu sanırım..
Stad Olimpiyat olunca, maça geliş öyküsü, maçın öyküsünden çok daha uzun oluyor tabi. Açıkcası maçtan önce asıl merak ettiğim, Frank Rijkaard'ın oyuncu tercihleri ile Abdullah Avcı'nın Galatasaray fobisini üstünden atıp atmadığı olacaktı.
Frank, beni şaşırtan bir kadroyla çıktı sahaya. Cezalı Lucas Neill yerine Emre Güngör tercihi pek süpriz olmadı, Servet'in gözden çıkarıldığı uzun zamandır bilinen bir gerçek. Ancak ilk 11'de Jo tercihini görmek şaşırttı bizleri. Frank'ın düşüncesi, kiralıkları son kez 90 dakika izlemek olabilir, ancak akıllara Gio'nun bonservisinin pahalı olduğu gelince, belki de Frank'ın alternatif aradığı da gelmedi değil açıkcası.
Maça istekli ve hızlı başlayan Galatasaray oldu, ancak ilk net pozisyonu İBB buldu. 19. dakikada ofsayt diye duraksayan defansın arkasına sarkan Efe, ortadaki arkadaşına kötü bir pas atınca, pozisyonu değerlendirememiş oldu.
Hemen akabininde de Galatasaray'ın golü geldi. 23. dakikada sağdan güzel bir ara pasıyla Baros'u kaçıran Sabri, golün asistini yapmış oldu. Kaleciyi de geçen Milan Baros, bu sezonun yarısını sakatlık sebebiyle kaçırmış olmasına rağmen, gol sayısını 10'a çıkardı.
2. yarıda da oyun genellikle ortadaydı. Özellikle Elano-Ayhan ve Arda-Mustafa Sarp değişiklikleriden sonra, son 10 dakikaya kadar orta saha mücadelesi olarak devam etti karşılaşma. Son 10 dakikada ise İBB'nin risk alması sebebiyle 2 takım da pozisyonlara girdi, ancak bunlardan yararlanamadılar.
İBB için ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Özellikle genç teknik adamları için. Abdullah Avcı, bu ligin en kaliteli hocalarından biridir. Özellikle bu kısır kadrosunu sürekli olarak ligin üst yarısında tutması, takdire şayandır. Ancak, yılar yılı üzerindeki Galatasaray baskısını bir türlü atamamıştır. 4 sezondur ligde yenemedikeri tek takımın Galatasaray olması da, bence medayadaki saçma haberlerin yarattığı stressten ileri geliyor. Bu haberlerin doğru olmadığını belirtmek için, 'Benim oğlum Beşiktaş Spor Okuluna gidiyor, ancak hala beni Galatasaray uşaklığıyla itham ediyorlar' açıklamasını bile yapma gereği duymuştur. Abdullah hoca, belki de bu baskı olmadan, takımını her zaman oynattığı gibi oynatmayı denese, Galatasaray'a karşı da kazanıp, belki de sadece kendisinin kafasına taktığı saçma dedikoduları da ortadan kaldıracaktır.
Uzun lafın kısası, Galatasaray taraftarı için en zor ulaşılan deplasmanın hikayesi bu şekildeydi, U2 konserine kadar, Olimpiyat Stadı civarlarında bir toplu taşıma aracının faaliyete geçmesi dileğiyle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder