2009 - 2010 sezonu başında, Galatasaray'da önce, dokunulmaz ilan edilen, uğruna sabır yeminleri edilen Frank Rijkaard'ın takımın başına geçmesi, ardından Keita ve Elano başta olmak üzere yapılan ''kaliteli'' transferler taraflı tarafsız herkesin gözünü boyamıştı. Pek çoklarına göre Galatasaray tarihin en ''kaliteli'' kadrosunu kurmuştu. Hele ki devre arasında yapılan takviyelerden sonra takım artık kusursuzdu. UEFA Avrupa Ligi'ni kazanmamak için hiç bir neden yoktu, lig ve kupaysa zaten çantada keklikti.
Böyle ümitlerle girilen bir sezondan sonra bir de lige yapılan müthiş başlangıç iştahları iyice kabartmış ve hedefimiz Avrupa'da başarı nidaları bu kez daha yüksek sesle atılmaya başlanmıştı. Fakat mayıs ayına gelindiğinde ortada çok farklı bir tablo vardı. Avrupa'dan, daha sonraları kupayı kazanacak olan Atletico Madrid'e eleniliyor, çantada keklik görülen kupaya erken veda ediliyor, ligdeyse ancak 3. olunabiliyordu. Sezonun bitimine 1 hafta kala, Galatasaray adına tablo şekillenmişken oynanan, Antalyaspor maçı sonrasında başarısızlığı kalite sorununa bağlıyordu Rijkaard.
Sezon başında tarihin en kaliteli kadrosu olarak lanse edilen, devre arası takviyelerle daha da güçlenen takımın sorunu nasıl olur da kalite eksikliği olabilirdi, günlerce tartışıldı bu sözler, futbol uleması abilerimiz yerden yere vurdular Rijkaard'ı. Ne de olsa Baros'uyla, Kewell'ıyla, Elano'suyla, Keita'sıyla, Arda'sıyla müthiş kaliteli bir takımdı Galatasaray. Buna rağmen diyordu ki Rijkaard bu takımdaki sorun takım kalitesi. Aslında, diyordu ki adam, arkadaş, Baros sakatlanıyor, Kewell sakatlanıyor, yerine koyacak oyuncum yok, Arda'nın mutsuzluğu her halinden belli, belki bir dinlenme süreci ona iyi gelecek, ama onun yerini dolduracak oyuncum yok, Elano tam kapasite oynamıyor ama onun boşluğunu dolduracak oyuncum yok, en önemlisi orta alanda oyunu enine boyuna kaliteli kullanacak 3 oyuncuya ihtiyacım var, elimdeki kapasitesi sınırlı Barış'la, Mustafa'yla, artık bitmiş, okeye dönen Ayhan'la olmuyor bu iş.
2009 - 2010 sezonu artık sona eriyor ve gözler gelecek sezona yöneliyordu. Rijkaard teşhisi koymuş, tedavi için de reçeteyi yazmıştı, iki orta saha oyuncusu alınacak, bir de yedek santrfor şarttı takıma. O günden bugüne neredeyse 3 aylık bir süre geçti, lig başladı, Avrupa'da maçlar oynanmaya başladı. Yedek kulübesine yapılan transferler dışında, istediği isimlerden, elde, Cana dışında tek bir oyuncusu dahi olmayan Rijkaard sisteminden vazgeçmemek uğruna yine Mustafa Sarp'ta, Ayhan'da aradı çareyi fakat ne mümkün böyle çözüm.
Keita gitmiş, yerine ne vereceği belli olmayan Pino gelmiş, Elano'nun durumu halen belirsiz, transferde hala tık yok... İş bu tek sorumlu Rijkaard, öyle mi...
Bunca negatif şeyin içinde, hiç mi umut ışığı yok peki? Şu anda görüntü öyle bir hal aldı ki, sanki lig bitmiş, lige havlu atılmış. Oysa ki, durum bence çok farklı. Kimine göre polyannacılık, kimine göre romantizm ama bu takımın tek sorunu kalite eksikliği. Bunun da tek çözümü geç de olsa transfer. Ve yerinde yapılacak hamleler, Arda'nın yükünün azaltılması, orta sahanın yaratıcılığının artması, Rijkaard'ın istediği oyunu oynayabilecek kapasitedeki takviyelerle bu karanlık tablonun aydınlığa çıkmaması için hiç bir neden yok. Bundan sonra söz artık yönetimde. Eğer gecikmiş de olsalar doğru hamleler yapılırsa kaybedilmiş hiç bir şey yok. Nasıl İspanya'nın İsviçre'ye karşı aldığı mağlubiyet onları zafere taşıdıysa, bu maç da Galatasaray için önemli bir ders olabilir.
Bu takım için tek çözüm var, Rijkaard'ın 3 ay önce söylediği gibi, takımın kalitesi ar-ta-cak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder