14 Haziran 2013 Cuma

Hayallerdeki Ülke: Taksim Gezi Parkı

1 Mayıs 2013.. Hükümet ve yerel yönetim 1 Mayıs kutlamaları için Taksim'i kapatmış, bölgeye girmek isteyenlere polisin inanılmaz şiddetli bir müdahalesi var. İşe gitmek için evden çıkmamla geri girmem bir oldu. Taksim'e yürüme mesafesiyle 15 dakika uzaklıkta olmama rağmen inanılmaz bir gaz kokusu vardı dışarıda. Daha bir hafta önce aynı gazı Gaziantep'de farklı sebeplerden daha ciddi şekilde yemiştim, tadını ve şiddetini bildiğimden geri döndüm. Sonra kanser hastası olan kedime, Mojo'ya mama vermek için balkona çıktım. Girdiğimde gördüğüm manzara karşısında donakaldım. Mojo'nun gözleri görmüyor, ön patileri tutmuyordu. Hastalıktan dolayı bunu bekliyorduk, ama böyle 'pat' diye karşımda görmek beni etkilemişti. Hemen Mojo'yu kutusuna koyup veterinere götürmek istedim. Sonra dışarı baktım, savaş alanı gibiydi. Veteriner zaten kapalıydı olaylardan dolayı. Çaresiz oturdum Mojo'nun yanına. İnliyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Çünkü dışarıda polis terörü vardı. Çünkü dışarıda gaz vardı, cop vardı, şiddet vardı. Mojo'ya tabi ki üzülüyordum ama aynı durumu Mojo ile değil de bir yakınımla yaşadığımı düşündüm bir an. Lanet ettim her şeye..

**


 Emek Sineması gösterileri, Antep deplasmanı, 1 Mayıs ve en son Gezi Parkı.. O kadar üst üste geldi ki.. Ben sadece ben öfkeleniyorum zannediyordum. 31 Mayıs günü bu hislerle Gezi'ye gitmiştim, bir gece öncesinde de saat gece 12'ye kadar oradaydım. Harika bir topluluk vardı orada. Şarkılar söyleniyor, kitaplar okunuyordu. Belki de saatte sadece 2-3 kez hükümet ve başbakan aleyhine slogan atılıyordu. Fakat sabaha karşı gelen 'şafak baskını' ile canıma tak etmişti. Dediğim gibi, bir benim canıma tak etti zannetmiştim, halbuki çoğu insan benimle aynı şeyi hissediyorumuş.

 31 Mayıs'dan bugüne çok şey yaşandı. Bir kez Park'dan gazla çıkartılıp bir gün içinde geri döndük. O arada yaşananları bu yazımda anlatmayacağım. Çünkü hala çok öfkeliyim ve kötü şeyler yazmak istemiyorum. Yazmak istediklerim bana umut veren şeyler..

 An itibariyle Gezi Parkı hayallerimdeki ülke. Başkanı yok, bakanı yok, herkes birbirine saygılı.. Müzik bedava, su bedava, dans bedava, yemek bedava.. Çöpleri toplayanlar, birbirlerine pansuman yapanlar, bostan kuranlar, ağaç dikenler.. Dediğim gibi, rüyalarımın ülkesi Gezi Parkı, her şeyiyle..

 Gezi Parkı bizi daha iyi insanlar yaptı, bu kesin. Artık daha çok insana yol veriyorum mesela, daha çok gülümsüyorum, insanların çöpünü sorgusuz sualsiz topluyorum. Gazdan boğulmak üzere olan kıza maske veriyorum, elini tutup arbadeden çıkıyorum, biri beni doğru sokağa yönlendiriyor, her allahın günü ağzına kadar dolu bir çantayla insanlara yardım ediyorum. Gezi beni ehlileştiriyor, olgunlaştırıyor, büyütüyor, iyileştiriyor, iyi biri yapıyor.. Tam da bu yüzden her gün gitmek istiyorum oraya, tribündeki 'aidiyet' duygusunun üç adım önünü hissediyorum orada..


***


Mojo'yu 2 Mayıs günü uyutmak zorunda kaldık. Evet hastaydı ama 1 Mayıs günü başımızdakiler 1 Mayıs olaylarını, o krizi daha iyi yönetebilselerdi, ortalığı savaş alanına çevirmeselerdi belki doğru zamanda Mojo'ya müdahale edilecekti ve Mojo o gün ölmeyecek, biraz daha yaşayacaktı. Sadece kediniz değil, kardeşinize, annenize, babanıza, sevgilinize, eşinize doğru zamanda doğru müdahale edilebilsin diye, 3 aptal idarecinin inadı yüzünden yaşama hakkımız elimizden alınmasın diye, bizi yok saymasınlar diye, sesini çıkartabil diye, polisini hizaya dizip rencide edemesinler diye, avukatları Adliye'nin içinde darp edemesinler diye, içtiğin için seni alkolik ilan etmesinler diye, sokağa çıktın diye seni bindirilmiş kıtalar ilan etmesinler diye, bu ülke daha yaşanır bir yer olsun diye Gezi Hareketi'ni bir yerinden destekleyin! Rüyalardaki ülkeyi, belki de son günlerinde görmeden ölme, bir daha görme şansın olmayabilir çünkü..

10 Haziran 2013 Pazartesi

Bir Tribün Hikayesi: UltrAslan


Yazının başında, tüm lise hayatının hayran hayran tvden Galatasaray tribünlerini izlemiş/dinlemiş biri olduğumu, ultraslanın en büyük destekçilerinden biri olarak üniversitede salt İstanbul'u tercih ettiğimi belirtmeliyim. Denizli'de, İzmir'de aralarında bulunmuş, onlarla birlikte bağırmıştım. İstanbul'a gelmeyi, en çok bir ultraslan olabilmek için bekliyordum, hatta gelir gelmez ultraslan polarımı aldım, hala durur evimde.

Ultraslan'ı en iyi nereden okuyabiliriz? Sanırım en başa gidebiliriz. Her devrin adamı olduklarının ilk kıvılcımları, o gün kapalıda çakacak, o gün orada olanlar tarafından sonraları anlatılacaktı. Fatih Akyel, Galatasaray'ın altyapısından çıkmış, UEFA Kupası'nı alan kadronun bir ferdi olmuş, taraftarın sevdiği güvendiği bir oyuncuyken hayallerini gerçekleştirmek üzere İspanya'nın Mallorca takımına transfer olmuştu. Fakat işler gurbette iyi gitmemiş, Fatih ülkeye geri dönme kararı almıştı. Camianın evladının adresi belliydi bizlere göre ama o, herkesi şoke etmiş, karşı kıyıyı, Fenerbahçe'yi seçmişti. Üstelik Fatih'in aileden Galatasaraylı olduğu, kardeşinin Galatasaray tribünlerinin tanınan, sevilen simalarından biri olduğu biliniyordu. Gitmeden önceki Kadıköy deplasmanlarından birinin sonrasında "Bir dahaki maçta helikopter tutup bok döktüreceğim bu ..........larının üstüne" dediği bilinirken, Fenerbahçe'ye gitmişti. Üstelik Mehmet Topal gibi efendi efendi topuna bakmamış, döndükten sonraki ilk derbide, sahada Galatasaray Ali Aydın tarafından doğranırken Fatih eski kaptanı Bülent Korkmaz'a sahada saldırmış, Fener taraftarının gözüne böyle bir şovla girmek istemişti. Bu şiddette bir ezeli rekabette bunları yapan oyuncuya elbette eski takımının tüm kapıları kapanır. Fakat enteresan gelişmeler oldu o dönem. Yönetici Ergun Gürsoy Fatih'i almak istediklerini açıklayınca, derdi Galatasaraylılıktan başka birşey olmayanlar tribünlerde buna tepki gösterdi. Ultraslan da bu tepki gösteren gruba. Tek farkı, ultraslanın tribündeki saldırısının temelinde salt Fatih sevgisinin yatmamasıydı. Benim gözümde,"Yönetimin adamı" yaftası, sonraları hiç silinmeyecek şekilde yapıştı üstlerine bu olaydan sonra.

Bunlar dinlediğimiz hikayelerdi. Sonra yaşadıklarımız, gözlerimizle gördüklerimiz geldi. Her platformda, yönetime tepki olarak Kayseri'ye otobüs kaldırdığını duyurup, Kayseri'de otobüs parasını yönetici Ali Gürsoy'dan isteyip (2005-06 Erciyes deplasmanı), yönetim aleyhinde kimseyi konuşturmadıklarında belki de bitirmeliydim aralarında olma isteğimi. Ya da anlata anlata bitiremedikleri o deplasman otobüslerinde beni uyuyor sanıp boynumaki atkıyı çalmaya kalkan ultrayla karşılaştığımda, münferit deyip geçmemeliydim, yanılmışım.

Sezonun en kritik derbisinde, Sami Yen'de Fener'i yensek şampiyonluğa yürüyeceğimiz bir ortamda, 60.dakikada yeni duruma düştüğümüzde (Selçuk Şahin'in Leo Franco'ya attığı gol) staddan çıt çıkmadı son yarım saat. Sebebi ne miydi? İnlemesi, yıkılması, takımının arkasında olması gereken o stadda o gün birçok ilk kez gelen taraftar birbirine "aa bak Arda, bak Servet" diye oyuncuları gösteriyordu. Evet ultraslan yönetimden aldığı onca bileti, onca kombineyi Sami Yen önünde karaborsa, fahiş fiyata satmıştı. Gözlerimle kaç tanesine şahit oldum, kaç tanesi gelip bilet teklif etti o gün maçtan önce bize.

Her yerde "biz olmasak deplasmana gidemezsiniz, biz olmasak Kadıköy'e giremezsiniz" diyen bu grup, Maltepe, Ortaköy, Cevahir, Libadiye Migros, Beyoğlu, Capitol gibi Biletix gişelerinde, (evet hepsini tek tek denedim) defalarca kez geceden sabaha kadar sıra bekleyenleri tehdit ederek en öne geçip, polisin de yardımıyla istediği kadar bileti gözlerimizin önünde almıştır. Kim bilir belki onlar var diye gidemiyoruzdur aslında? Sıranın en önüne "mahalleden" getirdikleri ellerinde onar onbeşer farklı kimlik fotokopisi bulunan (her kimliğe 2 bilet satılıyordu) adamları en öne geçirip, dakikalarca kimseyi sıraya sokmayıp, ardından bilet biter bitmez daha orada taze aldıklarını 3 katı fiyatla bize satmaya kalktıkları, dün gibi gözümün önünde hala.

"Armanın Peşindeyiz" dediler her fırsatta, Galatasaray taraftarı oyuncusunu yuhlamaz, medenice koyar ortaya tepkisini dediler yıllarca...

Petre'ye siktirol git diye dakikalarca bağırdılar.
Arda Turan meselesi. 2 ay içinde önce yeni Metin Oktay'dı, sonra sinemada alem yapmakla suçlandı. Tribüne getirdikleri 14-15 yaşındaki çocuklara, şampiyonluk olamadan geçen 1973 - 1987 arasını kastederek, biz yeri geldi 14 sene bekledik, diye bağırtıp, Arda'yı ruhsuzlukla suçladılar, tribünden izlemek zorunda kaldık.
Konya'da, havaalanında reiscikleri takımın oyuncusu Necati Ateş'i tokatlamaya kalktı, sinirden delirdik.

Atatürk Havaalanında bir Ankara deplasmanı dönüşü Hasan Şaş'ın kafasına cep telefonu attılar, kahrolarak izledik.

Peki bunca zaman biz neden izledik sadece? "Tam bağımsız taraftar oluşumu" ultraslan, sadece kendi bağımsızlığını önemsediği için olabilir mi? Galatasaray tribünlerini bilmeyenler için söylüyorum, o dışardan gıpta ile izlediğiniz Arena içersinde tam bir Türkiye yer alır. Çoğunluk bir gruptur (ultraslan), yüzde 50 bile değildir ama geri kalanlar örgüt olmadığı için yaşamalarına müsade edilmez. Mesela, Arena'da üstünde ultraslan arması olmayan, adı yazmayan bir pankart asamassınız! Dünyanın neresinde vardır bu kural? Emek emek hazırlasanız da sesinizi onların boyunduruğu altına girip onayını almadan duyuramazsınız. Bunu Galatasaray Sözlükteki arkadaşlara sorun, hani şu emek emek hazırlanan, Milan Baros'un sakatlıktan dönüşündeki "Return of the King" pankartı.

http://gss.gs/335294
http://gss.gs/335707

Gelelim Seyrantepe meselesine. Galatasaray aşkı ve Galatasaraylılık ile sürekli atıp tutan grubumuz, rahmetli başkanlarına, hem de kendi stadlarında galiz sözcüklerle hakaret etmekten çekinmeyen TOKİ başkanına tepki gösteren Galatasaraylıları susturmaya kalkmışlardır. Başbakana medenice tepkisini koyan tribünlere müdahale etmeye kalkmışlardır. Ha Özhan Canaydın vefat ettiğinde de tribünde ona olan sevgi saygılarını göstermek için dev bir pankart da açmışlardı. Tutarlılık ve omurga, ultraslan sözlüğünde yer almayan sözcüklerdir, doğruları tektir.

Geçtim bunları, başka tribünden başlatılan tezahurata bile katılmadıklarına, Arena sakinleri defalarca kez şahit olmuştur. Tam bir hükümet kafasıdır onlardaki. Çıkar gelen yere ihanet etmezler. Söylemleri ile eylemleri asla birbirini tutmaz. Kendinden olmayanların Galatasaray'a faydasına bile saygı duymazlar. Onlar için tek doğru, kendilerininkidir.

Bunlar benim aklıma gelenler. Hayatını Galatasaray'a adamış binlerce taraftar bu grubun iç yüzünü biliyor. Galatasaray baharının yaşanacağı günü bekliyor. Galatasaray tribünün çok acil alternatif bir oluşuma, hatta birden fazla oluşuma ihtiyacı vardır.

Tüm bunların ışığında, geliyoruz son 10 güne. Tarih 31 Mayıs 2013, Taksim direnişi başlamış, insanlar meydana akın etmekte. Ultraslan da diğer tribün grupları gibi sessiz kalamamış ve twitter'dan da, desteğini veriyor: "Gezi Parkı Dayan Orada #ultrAslan!" https://twitter.com/ultrAslancom/status/340569005423202305


Dedik ya, direnişin tam ortasında konumlanmış bazı sözcükler bu grubun sözlüğüne uğramamıştır diye, ardından 1 Haziranda önce azalsa da süren bir destek, sonra Banvit maçları, ardından da ultraslanın olaylara herhangi bir şekilde müdahil olmayacağı açıklaması. O zaman baştan neden umut verildi Gezi Parkı'na? Ne değişti aradan geçen zamanda? Kimler, ultraslan'a ne görüş bildirdi bu geçen sürede?

Sadece yeşili koruyacağız demişler en başta, onu bile yapmadılar. Yumdular gözlerini. Beyoğlu Galatasaray'ındı, en azından biz öyle bilirdik.