25 Şubat 2013 Pazartesi

Gol Makinesi Kartalspor

  Birinci Lig'de yırtıcı bir forvetin takımlara sınıf atlattığını daha önce çok kereler gördük. Yabancı oyuncuya izin verilen son yıllarda Emenike, Gohou Bi, Jallow, Zenke gibi oyuncuların kimi takımlarını, kimi de hem takımlarını hem de kendilerini yukarılara taşıdılar. Bu nokta transferler başarılı örnekler olurken, şu sıralar ligde bu durumun tersine ilginç bir örnekle rastlanılıyor. Az sonra vereceğim rakamlar kümede kalma mücadelesi veren Kartalspor'un neden bu mücadele içinde olduğunun cevabı belki de. Bordo - beyazlı İstanbul temsilcisi attığı 19 golle Göztepe (14) ve Ankaragücü (18) ile birlikte ligin en az gol atan üç takımından biri olurken, takımın beş forvetinin toplam gol sayısı, takımın 5 gollü defans oyuncusu Mehmet Uslu'dan yalnızca bir gol fazla. Evet yanlış okumadınız. Takımın golcülerinden Ferdi Başoda 23 maçta 3 gol, Yaser Yıldız 19 maçta 2 gol, Eser Yağmur 2 maçta 1 gol kaydederken, Burak Akdiş 14 maçta, Ali Zitouni 4 maçta ve Uğur Yıldız 1 maçta gol kaydedemediler.

Bu golcüler form durumlarını yükseltemezlerse, kümede kalmak için yoğun bir mücadele veren takımlarıyla birlikte önümüzdeki sene bir alt ligde oynamaları muhtemel. Transferde böylesine nokta atışı tercihler yapan yönetimi de ayrıca kutluyoruz.

20 Şubat 2013 Çarşamba

Yürüyoruz Biz Bu Yolda

7 yaşındaydım Şampiyonlar Ligi heyecanını ilk yaşadığımda. Kıytırık Cork City maçıyla ilgili o zamandan hatırladığım yegane olay Kubilay'ın frikik golü sonrası klasik uçak sevinci. Manchester maçları ise bugün artık yirmili yaşlarının sonlarına gelen Galatasaraylılar için bambaşka bir anlam ifade eder. Hala akla geldikçe gözlerde birkaç damla yaş oluşturan maçlardan biridir Manchester. Neuchatel ve Monaco maçlarına yetişemeyenler için ilk Avrupa zaferidir. Galatasaray Avrupa'da hala bir markaysa, İngilizler kendi aralarında konuşurken Galatasaray'ın adını hala korkuyla anıyorlarsa işte o maç bunların en büyük sebebidir. Kimilerinin aklına Ümit Aktan gelir ilk, kimilerinin Şımaykıl, kimilerinin Mahsun Kırmızıgül. Benimse o çocuk aklımla
hayatımda en gururlu olduğum gecelerden biridir. Ben oturduğum ilçeyi 17 Mayıs 2000 gecesi hariç bir daha hayatım boyunca hiç o geceki gibi görmedim.

İşte böyle başladı Galatasaray için Şampiyonlar Ligi macerası tam 20 sene önce. Arada ne maçlar yaşandı, ne sevinçler, ne üzüntüler. Sevinçten ağlatan Athletic Bilbao, Milan, Real Madrid maçları, belki de hayatımda göz yaşlarımın en çok aktığı Athletic Bilbao deplasmanı. Bugünse bambaşka bir yerdeyiz. 2 sene önce bu zamanlarda "kümede kal" diyerek dalga geçilen takım bugün Avrupa'nın en büyük 8 takımı olma yolunda. Maçın analizi, nasıl oynamamız gerektiği herkesin kafasında yüzlerce kez yapıldı belki. O yüzden bu konulara girmeyeceğim hiç. Benim bugün düşündüklerim bambaşka çünkü. Kaybedebiliriz de bu gece, sonunda elenebiliriz de. Ama elimizde çok büyük bir fırsat var artık. Yıllardır bahsettiğimiz Şampiyonlar Ligi takımı olma geleneğini bu sene başlattık biz. Dün hocanın basın toplantısını izlediğimizde o kadar rahat bir şekilde görülebiliyor ki bu. Bu yüzden mutluyum ben, dertlerimiz yine 96-2000 senelerinde olduğu gibi çok farklı artık suyun karşı yakasıyla.

Hedefler o kadar değişti ki 2 sene içinde, "bu turu geçersek bizi Yarı Final bile kesmez kimseyi" cümlesini kurabiliyor artık hoca. Bir devrim başladı geşen sene, en dipten çıktık yola, ilerledik ve şu anda bulunduğumuz konum inanılmayacak kadar güzel. 2 sene önce konuştuğumuz konularla şimdikiler arasındaki uçurum, yıllar önceki gibi futbolla ilgisi olmayan insanları bile bu gece o maçı izletmek sorunda bırakmak, karşı yakadan bir bir dökülen itiraflar, işte bunlar beni bugün gururlandıran detaylar.
Bu yolun sonu nereye çıkar bilemeyiz. Hepimizin beklentisi 2 hafta sonra Avrupa'nın en büyük 8 takımından biri olma yönünde tabii ki. Basının haftalardır bahsettiği gibi zayıf, ahı gitmiş vahı kalmış bir takım olmayacak karşımızda, Avrupa tecrübesi son yıllarda bizden çok daha fazla, bu yıl için tek hedefi bu maç olan bir takımla karşılaşacağız. Ama netice ne olursa olsun, biz artık bir yola girdik ve bu yolun sonu bu gece olmasa bile yakın bir zamanda çok güzel sonuçlara çıkacak.

Zamanında bize sıradan gelen o Şampiyonlar Ligi müziğini son yıllarda içimizde hep bir buruklukla dinliyorduk, artık keyfini çıkarmanın vakti.

Birinci Lig'de 22.Hafta / Zirve

Son on iki haftaya girilirken Birinci Lig'de yarış yavaş yavaş şekillenmeye başlıyor. Devre arasında yaptığı beş transferin üçünden iyi verim almayı başaran Kayseri'nin Inter'i Erciyesspor üst üste üçüncü deplasman galibiyetini alarak üçüncü Trabzon 1461 ile farkını dört puana çıkardı (41-37). Tecrübeli golcü Emrah Bozkurt ve geçen sezon Denizlispor'daki performansını katlayan Gerard Gohou takımı sırtlamaya devam ediyor. En yakın takipçisi Manisaspor ise haftayı kötü oynadığı Bucaspor deplasmanında bir puan alarak kapadı. Kahe, tecrübesiyle lige ağırlığını koyuyor (23 maç/14 gol). Bu oyuncunun geçtiğimiz sezonu sıfır(0) golle kapadığını unutmamak lazım. Diğer yandan kariyerinde ilk kez birinci kaleci olarak görev yapan Volkan Babacan da ligin en az gol yiyen kalecisi konumunu sürdürüyor. Manisaspor iç sahadaki başarısını kalan altı deplasmana yansıtırsa, Süper Lig'e geri dönmesi çok olası.





Playoff sıralamasında Karadeniz ekiplerini Adana temsilcileri izliyor. Süper Lig'e çıkma hakkını elde etmese bile bunu gerçekleştiremeyecek olan Trabzon 1461 iki mağlubiyetten sonra Karşıyaka'yı 3-2 yenmeyi başardı. Bu maçta üç gol atan Yusuf Erdoğan'ı İstanbul'da Galatasaray'ı 2-1 mağlup ettikleri maçta canlı izlemiş ve çok beğenmiştik. Genç oyuncu çıkışta. Özellikle bir garip transfer hikayesiyle en önemli oyuncularından ikisini Ç.Rizespor'a (Sercan Kaya-18 maç, Eren Albayrak-12 maç), birini de ağabeyi Trabzonspor'a (Abdullah Karmil-15 maç) kaptırdıktan ve hedefsiz kaldıktan sonra Ligin en iyi hocalarından Mustafa Reşit Akçay'ın takımının bu amaçsızlıkla neler yapacağı meçhul. Dördüncü Ç.Rizespor ise sansasyonel teknik direktörü ve devre arasında yaptığı üçü yabancı yedi transferiyle lige inişli çıkışlı bir giriş yaptı. Mustafa Denizli'ni daha önceki Birinci Lig deneyiminde Manisaspor'u Süper Lig'e taşıyamamıştı. Hocanın takımı çok önemli oyuncuları kadrosuna kattı ama devre arasında bu kadar fazla transferin yarattığı uyum sorunu baş ağrıtacağa benziyor. Küme düşmeme mücadelesi veren ve ikinci yarı ile birlikte şaha kalkan Samsunspor karşısında 4-0 ile sürklase oldular bu hafta.

Kuzey uçtan güney uca, Adana'ya kayalım. Ligin ilk yarısında teknik direktör Mustafa Uğur'un gelişiyle muhteşem bir çıkış yakalayarak düşme potasından zirveye çıkan Adana Demirspor, derbi öncesi sahasında K.Erciyesspor'a kaybederek önemli bir yara aldı. Mavi-Lacivert, önemli oyuncusu Raheem LawalMersin İdman Yurdu'na kaptırdı. Yerine alınan Guy ve Taha ise henüz beklenen katkıyı yapamadılar. Lawal'ın adı bu transfer döneminde Bursaspor ve İBB ile de anılmıştı. Saha içinde yetenekleriyle sivrilen oyuncu için saha dışında aynı olumlu söylemler yok malesef. Derbi arefesinde Adana'nın Turuncu yakası ise lige tekrar döndü. İkinci yarıya Şanlıurfa deplasmanında 0-0'lık beraberlikle giren Adanaspor, ardından sahasında lig sonuncusu Ankaragücü'ne 1-0, ve deplasmanda Bucaspor'a 4-0 yenilmişti. Ardından oynanan son derece kritik maçta 89.dakikada gelen golle alınan 3-2'lik Trabzon 1461 galibiyeti takımı hayat döndürdü. Son maçta da ligin zor deplasmanlarından Gaziantep B.B'den beraberlik çıkardılar.



Şampiyonluk yarışı tüm hızıyla sürerken, ilerleyen haftalarda ilk altı yolunda bu takımları iyi bir istikrar yakalamaları halinde Boluspor, Bucaspor ve Torku Konyaspor'un zorlamalarını bekliyorum.

18 Şubat 2013 Pazartesi

Dar Rotasyon Olsa Bile..

 17 Şubat'taki Galatasaray MP - Anadolu Efes maçından önce kağıt üzerindeki ibre, net olarak Efes tarafını gösteriyordu. Galatasaray'ın sakatları, cezalıları derken rotasyon 7 kişiye inmiş, 3 numara namına takıma en son katılan Markoishvili (adının telaffuzu zor diye biz ona kısaca Şota diyoruz, Gürcü kontenjanından) kalmış,şubede ödemeler ile ilgili hafta içinde ciddi sıkıntılar yaşanmış, bütün kaleler zaptedilmiş ve bütün tersaneler alınmıştı. Ancak parkede yaşananlar tam tersini gösterdi..

 1. periyotta 3. faulünü yapan Şota bile Ataman rüzgarının önüne geçemedi, koç 3 numaraya Macvan'ı aldı ve inanılmaz bir savunma çizdi takıma. Oyuncuların ekstra gayreti, Ndong'un pota altındaki ezici üstünlüğü, Engin'in adı gibi 'engin' basketbol zekası, Arroyo'nun liderliği derken Galatasaray 3 çeyreği ezici bir üstünlükle tamamladı. Son çeyrekte dar rotasyon sebebiyle oyuncuların performansları doğal olarak düştü ancak Galatasaray maçı 77-70 kazanmasını bildi.

 
 İlk parantezi galibiyetin mimari Ergin Ataman için açalım. Sanıyorum ki kendisi dar rotasyon seviyor. Şaka bir yana, geçen yıl Beşiktaş'ta da benzer rotasyonlarla benzer savunmalar yaptırmıştı takımına ve koç 3 kupalı muhteşem bir seriye imza atmıştı. Kriz anında verdiği kararların tamamı isabetli oldu ve Galatasaray çok önemli bir galibiyete imza attı. Maçtan sonra yaptığı açıklamada kendisi de belirtti, Galatasaray'ın elinde bir tek lig kaldı ve Ataman bu hedefe gitmek için elinden gelen her şeyi yapacak gibi gözüküyor.

 Bir diğer parantezi Oktay Mahmuti için açalım. Maçı izleyenler biliyor, koç 2. çeyrekte çift teknik faulden diskalifiye oldu. Yaklaşık 5 dakika aralıksız itiraz ettiği pozisyon çok bariz bir pozisyon değildi, gerçekten de tartışmaya açıktı. Öyle ki, LigTV yorumcuları bile 2 farklı açıdan 2 farklı yorum yaptılar. Oktay hoca'nın karakterinde bu sinir her daim var, bunu zaten biliyoruz ancak henüz 2. çeyrekte bu kadar ortada bir pozisyona bu kadar çok itiraz etmesi gerçekten bana enteresan geldi. Diskalifiye kararından sonra Mahmuti'yi alkışlayarak saygılarını gösteren Galatasaray taraftarına ise asıl büyük alkış bizden. 2 sezon boyunca takımına harika anlar yaşatan Mahmuti'yi Galatasaray taraftarının unutması mümkün değil tabi ki, dünkü alkışları sonuna kadar hakediyor koç..

16 Şubat 2013 Cumartesi

Fedadan Beklentiler

 Sezon başında 'feda' parolasıyla yola çıkan Beşiktaş Futbol Takımı, devre arasına kadar tahmin edilenin üzerinde puan toplayınca taraftardan 'şampiyonluk' sesleri yükselmeye başlamıştı. Sezon başında bu söyleme neredeyse hiçbir Beşiktaşlı itibar etmezken, puan sıralaması hem taraftarı hem de futbolcuları bir beklenti içerisine soktu.

 16 Şubat Beşiktaş - Gaziantepspor maçında, Antep'in 90. dakikada maçı 1-1'e getiren golünden sonra taraftarlar önce kaleci McGregor'ı daha sonra da teknik direktör Samet Aybaba'yı protesto etmeye başladılar. Buradaki enteresan durum, birden bire çoğalan beklentilerin aslında büyük bir yanılsama olduğunun ortaya çıktığmasıydı.

 Bir gün önce ezeli rakibi ve ligde kendisinin önünde bulunan Galatasaray'da maç içinde işler iyi gitmediğinde kenardan Drogba ve Amrabat gelirken bugün Beşiktaş'ta kenardan oyuna katkı yapabilecek oyuncu bulabilmek neredeyse imkansız. Olaya bir de şu açıdan bakalım, Fenerbahçe'de düzenli olarak oynamayan ama rotasyonda kullanılan Krasiç, Stoch, Sezer, Selçuk Şahin, Semih, Mert, Mehmet Topuz gibi isimlerin kaçı Beşiktaş'ın direkt ilk 11 oyuncusu olur sizce ?


 
 Yukarıdaki sebepler, Samet Aybaba'yı nispeten az kusurlu kılabilir. Ancak 'feda' diye adlandırdığı sezonda, hala ilk onbirde sürekli oynayan oyuncuların çoğunluğunun 25 yaş üstünde olması, kalede ekstra hiçbir şey yapmayan McGregor'ın Cenk'e tercih edilmesi, sezon başından beri Muhammet Demirci'nin neredeyse hiç şans bulamaması gibi durumlar da Samet Aybaba'nın kendini inkar ettiğini gösteriyor. Cenk, 'feda' sezonunda forma bulmazsa hangi sezonda forma şansı bulacak, gerçekten de bilinmez.

 Beşiktaş'ın sezon başındaki 'feda' sloganı aslında gayet mantıklıydı, bir önceki başkan kulübü çiftliğe çevirmişti ve maddi sorunlar çok ciddiydi. Bu sebeplerden de Beşiktaş kendi gençlerine yönelmek zorundaydı. Ancak bu noktadan sonra yapılan McGregor, Escude, Niang transferleri, 'feda'nın aslında sadece bir slogandan ibaret olduğunu gösterdi..

15 Şubat 2013 Cuma

Takım içi Dengeler

 
 
 
 
 Her doğru hamleye bir kulp bulmak isteyen Türk basınının Sneijder ve Drogba transfer süreçlerinde dillerinden düşürmediği en önemli argüman 'takım içi dengeler'di. Sneijder ve Drogba'nın alacağı yüksek maaşlar sebebiyle takımdaki huzur yerini fesatlığa bırakacak, bu sebeplerden de Galatasaray Futbol Takımı başarısız olacaktı.
 
 Üstteki fotoğraftaki oyunculardan bir tanesi geçen yılki Türkiye Ligi'nin Gol Kralı, bu yıl Şampiyonlar Ligi'nde gol krallığı için yarışıyor. Yeşil yelekli oyuncu ise geçen yıl Şampiyonlar Ligi Finali'nde maçın adamı seçilmiş ve Galatasaray tarafından yeni transfer edilmiş bir futbolcu. Kısacası direkt olarak forma rekabetine girecek iki oyuncu görüyoruz fotoğraflarda..
 
 Fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere, takım içi dengeler fena halde tehlikede, Florya'da sevgisizlik, futbolcular arasında soğukluk hakim..
 
PS. Fotoğraf paylaşımı için @ASY1905GS'ye teşekkür ederiz..

13 Şubat 2013 Çarşamba

Gündem-i Galatasaray




  Dibe vuralı henüz yalnızca bir buçuk sezon geçmiş Galatasaray'ın taraftarlarının algısı şu günlerde şaşmış durumda. Bir sezonda değiştirilen üç teknik direktör, kalitesi yerlerde bir kadro, umudunu yitirmiş taraftar, "kümede kal" dokundurmaları eşliğinde sekizinci bitirilen lig. Ruhu yorulmuştu Galatasaraylıların.

Şu günlerde ise bir garip heyecanla yerinde duramıyor aynı ruh. İnanamıyor akil Galatasaraylılar gelinen noktaya. Bir sezonda baştan inşa edilen kadro, üst düzey konsantrasyon, sezon ortasında değiştirilen sistem, ve gelen, en manidar şampiyonluklardan biri.

Böyleydi sezon başında Galatasaray'ın bir yılının özeti. Yeni kurulmuş kadroya, çok önemli ilk on bir oyuncuları takviye edildi. Risk denilebilecek düzeyde transferlerdi bunlar. Kolay olan, oturmaya henüz başlayan takımı korumaktı. Ama revizyon devam ediyordu. Belki de plan yine dört yıllıktır, hoca bilir bunu.

En büyük değişim, Elmander - Necati ikilisinin yerlerini gol kralı Burak ve Umut'a bırakmasıydı. Hoş Elmander devre boyunca rotasyonda yer aldı fakat geçen seneki Elmander'in pres temposunu bu sene yakaladığını söyleyemeyiz. Geçen sene, Uğur Meleke'nin tabiriyle, 4-5-2 oynuyordu takım. Elmander'in üstün pres gücü, rakipler orta sahayı üçlü göbekle savunsalar bile üstünlüğü G.Saray'a geçiriyordu. Tabi ki bunda Melo'nun üst düzey formuyla, Engin ve Emre'nin sürekli içe kat ederek hem pres gücünü arttırmalarının, hem de pas oyununa alternatif sunmalarının payı büyüktü. Bu sezonsa taşlar yerinden oynadı. Sol çizgiye yerleşen Amrabat hücumda çeşitlilik sağlasa da ısıran Galatasaray'ı olumsuz yönde etkiledi. Keza yaz hazırlık sezonunu doğru dürüst çalışmadan geçiren Melo'nun koca bir ilk devre yaşadığı kayıp, Engin'in bu süreçte cezalı olmasıyla yaşanan alternatifsizlik, ve Hamit'in sürekli maç temposunu yakalama süreci Galatasaray'ı çok olumsuz etkiledi. Elbette bu nokta omurganın temel taşı Ujfalusi'nin sakatlanmasının payını unutmamak gerekir. Cris'in bir alternatif olamayarak akılları karıştırması, geçen sezon sonsuz güven duyulan savunma göbeğinin bu sezon zaman zaman soru işareti haline gelmesi de olumsuzluklardan biriydi.
Böylece Galatasaray, özellikle orta sahayı kalabalık tutan takımlara karşı oyun üstünlüğünü kaybetti, bir türlü topu ayağında tutamadı, geçen sezonki o delici oyun kayboldu, Burak üzerine kurulmaya çalışılan oyunlar geldi. Bunun önemli örnekleri, içerdeki ve deplasmandaki Braga maçları, içerdeki Karabük, ve yine içerdeki Gaziantep maçlarıdır. Keza Mersin deplasmanını da sayabiliriz.

Bu durumda yanlışta ısrara gerek yoktu. Hatırlarsak, UEFA kupasını almaya gidilen yola da 3-5-2 ile çıkılmıştı. Oyun neyi gerektiriyorsa, ona dönüşmek çağın gereği. Bu dönemde de oyun ortayı kalabalıklaştırmayı gerektiriyor. Elmander, biraz yaşı gereği, biraz da rotasyon gereği, asla geçen sezonki Elmander olmayabilir. Melo, geçen seneki üstün formunu yakalayamayabilir. Her şeyi geçtim, Şampiyonlar Ligi çok üst bir seviye. Bu kadar tecrübesizken temkinli oynamak en akılcısı olacaktır. Fatih Terim de Sneijder gibi bir transferle birlikte bu opsiyona kavuştu. Maç eksiğini giderdikçe yapacağı katkıdan şüphe duyulmaz.

Yazının başında, yerinde duramayan ruhtan söz etmiştim. Üstün bir karakter olan, hiçbir hocanın hayır diyemeyeceği bir futbol efsanesi, Drogba bunun sebebi. Taşlar dışardan göründüğü kadarıyla, Sneijder ile birlikte yerine oturmuşken, bu muazzam adamın getirdiği heyecanla birlikte yeniden karışıyor işler. Kendini Terim'in yerine koyuyor bugünlerde herkes, her yere Galatasaray onbirleri yazılıyor, çiziliyor. Tatlılığı abartılmış bir telaş Fatih Terim'i bekliyor. Bırakalım da hoca çıksın işin içinden, her zamanki gibi. Burak'ı küstürmeden, Drogba'dan ve Sneijder'den maksimum verimi alıp, Selçuk'un liderliğine toz kondurmadan, bu takımın savaşçı ruhu Melo ve Sabri'nin emeklerinin hakkını vererek, Hamit'in tecrübesini unutmadan, nasıl bir yapı kuracak, bilemiyorum.

Son olarak, Schalke eşleşmesi. Şampiyonlar Ligi bambaşka bir seviye. Bunu Braga ve Manchester maçlarında çok iyi bir şekilde gördük. Buralara alışık olmak, tecrübeli olmak çok önemli. Yalnızca teker teker futbolcu kalitesinden ziyade takım oyununu bu seviyeye çekmek gerekli. Her ne kadar Schalke'de işler kötü gitse ve önemli oyuncuları sakat olsa da, Almanların son beş sezonda iki çeyrek, bir de yarı final oynadıklarını unutmamak gerekir. Sabırlı, sakin olmalıyız. Tur asla çantada keklik değil. İlk maçta işler yolunda gitse de gitmese de ikinci ayağın olduğunu hiç unutmadan oynamalıyız. Girilen hava beni korkutuyor.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Bitmeyen Sabri Goygoyu Yapmışlar !


 10 Şubat akşamı Türk Telekom Arena harika bir futbol akşamına sahne oldu Galatasaraylılar için. Yeni flaş transferlerden Sneijder ilk on birde, Drogba ise başkanın yanındaydı. Sahaya çok kaliteli olmasa da çok coşkulu bir futbol koydu Galatasaray ve yarım pozisyon dahi vermeden, Burak'ın golleriyle kazanmasını bildi. Bunca güzellik içinde beni asıl mutlu eden güzellikse, kolunda kaptanlık bandı olan futbolcu ile ilgili..

 Burada çokça yazdım, tanıyanlar konuyla ilgili ne kadar tepkili olduğumu bilirler. Sabri Sarıoğlu, bu ülkede hakettiği saygıyı - kendi taraftarından - görmeyen oyuncuların başında geliyor. Nasıl bu hale geldi, nasıl bu çizgi film kahramanlığı ona yapıştı bilmiyorum, ancak herkesin ıskaladığı şey şu; Sabri çok iyi bir futbolcu, mükemmel bir profesyonel ! 2 sezondur çokça yedek kalıp yer yer on sekiz kişilik kadronun dahi dışında kaldı, yılmadı, küsmedi, takım kaptanı olmasına rağmen bunları hep bir mesaj olarak algıladı ve kendini hep hazır tuttu. Rakibi, belki de saha içi disiplinsizlikleri olmasa Dünya'nın en iyi 3 sağ defansından biri olan Eboue olmasına rağmen aslanlar gibi mücadelesini verdi ve sırasını bekledi. Dünkü Antalya maçının açık arayla en iyi futbolcusuydu..

 
 Benim çözmeye çalıştığım nokta ise başta değindiğim nokta aslında. Buraya nasıl gelindi ? Dün maçın 2. yarısında Sabri sağ çaprazdan rakibini ekarte etmeye çalışırken güzel bir hareket yaptı ve tribünlerden o alıştığımız 'alaycı' sesler çıkmaya başladı. Sosyolog olup da şu yazıyı okuyan biri varsa açıklasın, Sabri sadece üçlü çektiriyor diye, neşeli diye, birkaç ortası kötü yere gitti diye, - kimin gitmiyor ki ?- takımın motivasyon kaynaklarından biri diye mi bu yermeler ortaya çıkıyor ? Nedir kaptanla alıp veremediğiniz ? Galatasaraylılığına güvendiğim adamlar bile bu goygoyun peşindeler, bu komiklikler, şakalardan besleniyorlar. Yok mu yapacağınız başka espri ?


 Sabri Sarıoğlu'nun Bursa maçında attığı golü hatırlayanınız var mı mesela ? Son 16 dakikada şampiyon olduğumuz Kayseri maçındaki performansını hatırlar mısınız ? Bordo maçının 90+3'ünü hatırlayanınız var mı ? 18 yaşındayken Galatasaray A takımındaki ilk günlerinde, Terim'in kötü Galatasaray'ının tek parlayan tarafı olduğunu hatırlar mısınız ? Ulusal Takım'ın her kritik sınavından önce 'Gökhan Gönül şoku' yaşanırken sağ tarafta görevden kaçmayan 22 numaralı futbolcu kimdir acaba ?

 Bitmeyeceğini biliyorum, ama belki bunu okuyanlarınız Sabri Sarıoğlu'nun bir Disney karakteri değil de uluslararası arenada tanınmış, önemli bir sporcu olduğunu hatırlar..

7 Şubat 2013 Perşembe

Perhiz - Lahana Turşusu


 Yazıya sondan başlayalım; Türk Milli Takım artık kimseye heyecan vermiyor. Bunun birkaç temel sebebi var aslında;

1. Takım başarısız, neredeyse dağılmış durumda. Kadroda heyecan veren oyuncu sayısı 1-2, bu sınırlı yetenekli oyuncu kadrosunun reytingi de doğal olarak düşük. Başarılı dönemlerde takip edilen bir takım oluyor doğal olarak milli takım, örnek olarak 2002 Dünya Kupası yada 2008 Avrupa Şampiyonası süreçleri verilebilir.

2. Oyuna değil renklere aşık bir ilgili-taraftar topluluğu var ülkede. Milli Takım etrafında toplandığımız dönemlere bir bakalım, ne zaman kendimize bir 'kan davalısı' buluyoruz, o zaman Milli Takım'ın reytingi birden artıveriyor. Örnek olarak; İsviçre maçları, Yunanistan maçları verilebilir.

3. Yönetici sorunsalı da büyük Milli Takım'da. Takımın başında halen rüştünü ispat edememiş bir hoca var, Federasyon Başkanımızı söylemiyorum bile ! Sanırım tüm ülke olarak uzlaşabileceğimiz tek nokta Federasyon Başkanımız'ın yönetme kabiliyetinin seviyesidir !



 
 Tüm bunları bir kenara koyup olaya bir de teknik açıdan bakalım. Hollanda'ya kaybettiğimiz maçtan önce 'Birinciliğe oynayacak bir takım yaratmaya çalışıyoruz, play off kaderimiz değil ' diyen Abdullah Avcı, maçtan hemen sonra ' Jenerasyon değişimi sırasında sabrı hakediyoruz' da diyebiliyor. Ben kendisinin ikinci açıklamasına kesinlikle katılıyorum, bu süreçler sancılı olabiliyor ancak doğru yönetildiğinde büyük ve sürekli başarılara ulaşan bir süreç de gelişebiliyor. Ancak dünkü Çek Cumhuriyeti maçındaki oyuncu tercihleri, Avcı'nın kendisini yalanlamasına sebep oluyor.

 Ülke futbolunun an itibariyle Kupa 1'de oynayan tek takımı olan Galatasaray'ın gelecek vaadeden genç stoperi 90 dakika boyunca kenarda oturuyor, 3 büyüklerden, en büyük maddi sıkıntıları çeken tarafında oyunuyla herkesin takdirini toplayan 92 doğumlu genç yetenek ortalarda yok, Fenerbahçe gibi transfer delisi, gençlere şans verme konusunda çok kısır olan bir takımda ciddi süreler almaya başlayan 94 doğumlu oyuncu alt seviyelerde şans bulabiliyor. Çek maçının 2. yarısında oyuna giren oyuncuların yaş ortalaması ise 27-28 civarında.

 Ayrıca bir de herkesin dile getirdiği 'Alamancı pozitif ayrımcılığı' net olarak gözler önünde. Sercan Sararer, Mehmet Ekici gibi isimler Türkiye'de mesela Gaziantepspor'da forma giyen 2 genç oyuncu olsalardı, dün o kadroda yer bulabilirler miydi ben çok merak ediyorum. 7


 
 Avcı ne yazık ki hem medyanın ve spor kamuoyunun gözünde yarışmacı gözükmek istiyor hem de jenerasyon değişikliğinden bahsediyor. Başında 10 senede 12 teknik direktörle çalışmış bir idareci olduğunun farkına varsa, belki o da panikleyip eski tüfeklere tekrar sarılacak. Ne yazık ki ne Avcı jenerasyon değişikliğinin hakkını veriyor, ne de olası jenerasyon değişikliğine sabır gösterecek yöneticiler ülke futbolunu yönetiyorlar...

6 Şubat 2013 Çarşamba

Senin Memleket Neresi?



Son dönemde gündeme gelen dil konusu yüzünden asıl tartışmamız gereken yine arka planda kaldı: Sercan Sararer neden milli takımda?
Ne milli forma altında önemli bir katkısı var bugüne kadar, ne de bu sezon üst düzey bir performansı. 16 lig, bir kupa maçına çıkmış bu sezon Sercan, sıfır gol bir asistle oynamış. Gerçekten hak ediyor mu sizce milli formayı? Ferhat Kiraz ya da Erman Kılıç'ın milli takıma seçilebilmesi için İstanbul'da oynamaları gerek derdik eskiden olsa. Şimdilerde sanırım kapağı ligin dibinde de olsa bir Bundesliga takımına atmak yeterli.

Ve Mehmet Ekici örneği. Türkiye eleme grubundaki en önemli maçlarından birini 16 Ekim 2012'de Macaristan deplasmanında oynamıştı ve bu kritik maçta ilk on birde görev alan Mehmet Ekici, o tarihte Bundesliga'da yalnızca 26 Eylül 2012'deki Freiburg - Werder Bremen maçında 10 dakika oynamıştı. Hani şu takımın en alternatifli bölgesinde oynayan Mehmet Ekici. Sadece gurbetçi olduğu için mi oynuyor bu oyuncular? "Gurbetçileri takip ediyoruz, hiç birini kaçırmıyoruz" mesajı verebilmek mi tüm amaç? Mesut Özil'i kaçırdık diye iyi-kötü, formda-formsuz kim varsa alacak mıyız kadroya?

5 Şubat 2013 Salı

İyi ki Doğdun Ciga !


 5 Şubat 1965 sadece Hagi ailesi için değil, bir ülke futbolu için bir dönüm noktası oldu. 1996 yılında, yoğun tartışmalar arasında geldiği Galatasaray'da Şampiyonlar Ligi Kupası (Kupa Galiplerini saymazsak) hariç kazanabileceği her şeyi kazandı, bunu yaparken de bir nesli kendine hayran bıraktı..

 Kendisine 17 Mayıs 2000 gecesi yaklaşık yarım saatliğine darılmıştım. Nefessiz bir biçimde Arsenal'e karşı oynana finali, kanepenin tepesinde izliyordum. O zaman için inanılmaz lüks olan, Microsoft Windows 3.1 işletim sistemi olan bilgisayarımın kapağında Ciga vardı. Maç sonuna doğru Ciga bir pozisyonda Tony Adams ile kapıştı, oyundan atıldı. O an gidip bilgisayardaki duvar kağıdını kaldırdım. 'Yapma bunu !' dedim gözlerim dolu doluyken. 'Sen zaten efsane oldun, şu kupa finalinde de takıma liderlik ederek noktalamalısın bu turnuvayı, ne gerek vardı buna şimdi ?!'

 Takım arkadaşları Ciga'ya yardımcı oldu, 10 kişi de olsa uzatmaları 0-0 geçtiler ve penaltı atışlarıyla ülke futbolunun kazandığı en büyük başarıya ulaştılar. Ben de gene gözler dolu bir biçimde sokağa attım kendimi, henüz 15 yaşından 5 ay almışken..



 Duvar kağıdı yine Ciga'ya dönüştü, ufak dargınlık kısa sürdü. 60'larda doğmuş, annemden sonra en çok sevdiğim insana bir kırmızı kartla küsemezdim zaten, hele ki 5 yıl boyunca her an yüzümü güldürmüş bir futbol sihirbazıysa bu adam.. Hagi'yse, hem de Galatasaraylı Hagi'yse.. 'Başka büyük yok kardeşim, en büyük Galatasaray' diyen adamsa, kırık Türkçe'siyle..

 İyi ki doğdun Ciga, iyi ki bu topraklara geldin ve iyi ki Galatasaraylı oldun..