20 Nisan 2012 Cuma

Dünya Derbisi(!) Öncesi Sıradan Bir Derbi(!) Günlüğü: Benfica-Porto

Ülkemizdeki Fenerbahçe - Galatasaray maçlarından önce yayıncı kuruluşun da verdiği gazla hemen hemen tüm basın aynı tabiri kullanır; 'Dünya Derbisi !'

...Ancak ülkemizdeki bu önemli maçın dayandığı hiçbir etnik,dini,sosyal yada kültürel çatışma yoktur. Yani düşünün ki aynı evden hem Galatasaraylı hem Fenerbahçeli çıkabilir. Bazı spor tarihçileri, bu çekimeyi bir temele dayandırabilmek için fena halde kasarak, Galatasaray'ı daha elit ve aristokratların, Fenerbahçe'yi ise yükselen Anadolu'luların takımı olarak kabul etmeye çalışırlar. Ancak bu teoriyi çürüten binlerce profesör - Fenerbahçeli ve mermer tüccarı - Galatasaraylı görmek mümkündür etrafımızda...



Birkaç ay önce, senelik iznimde gidebileceğim ülkelere göz atarken, dondurucu İstanbul soğukları ile boğuşmaktaydım. Bu da bana, tatil destinasyonu seçiminde iklimin önemli rol oynaması gerektiğini gösterdi ve ben de kısa bir Portekiz tatilini kendime uygun buldum. Ne de olsa Portekiz Avrupa'nın en güney batısındaydı ve sıcaklıklar da doğal olarak Avrupa'nın en yüksek olanlarıydı.

Bir futbol fanatiği olarak, bir yurtdışı seyahati yapma durumunuz varsa, ilk işiniz o ülkenin önemli takımlarının fikstürüne bakmak olur. Ben de seyahat tarihlerime bakarak Benfica, Porto yada Sporting Lizbon'un bir maçını izlemeyi düşündüğümden, Liga Sagres fikstürüne baktığımda muhteşem gerçekle karşı karşıya kaldım. Evet, Lizbon'a vardığım gün, onların 'dünya derbisi' demediği ama ülkenin en büyük spor olayı olarak gördüğü Benfica - Porto maçı vardı ! Hem de iki takım ligde puan puana giderken !



Bu durumda, bilet için bir Portekiz'liye ulaşmak en sağlamı olacaktı pek tabi. Belki de hayatımda ilk kez (ve umarım son olmaz) mesleğimin (turist rehberliği) avantajını kullanıp, daha önce turunu yaptığım Portekiz'li ve hatta Lizbon'lu Pedro'ya haber saldım geleceğimi. 2 gün içerisinde biletler alındı, bavul toplanırken kırmızılar özellikle alındı, Benfica'yı daha sağlam desteklemek için.

Bir maçı daha iyi anlamak, o maçın önünü de yaşamak anlamına gelir. Bu açından gerçekten kendimi şanslı hissettim Lizbon'da, çünkü yanımda gerçekten futbolla ilgilenen, o ülkeden biri vardı ve nereye gitsek herkes bu rekabetle ilgili farklı ama birbirini tamamlayan hikayeler anlattı.




Ülkemizdekinin aksine Portekiz futbolundaki çekişme, sosyal çatışmalara dayanıyor. Ülkede 3 büyük takım var. Benfica, ülkenin en köklü kulübü. Eusebio gibi bir efsanenin takımı olarak biliniyor, ayrıca 1933-74 yılları arasında hüküm süren Salazar'ın da tuttuğu takım olma özelliği var. Salazar'ın ünlü 3F'sindeki Futbol'un en önemli temsilcisi Benfica. (Salazar'ın 3F'si, Futbol, Fado (Portekiz'e özgü, flamenkoya benzeyen ancak daha çok yas için söylenen şarkılar) ve Fatime (Portekiz'in katedralleri ile ünlü bölgesi, yani dinden bahsediliyor) Son yıllarda tahtını Porto'ya kaptırsa da, halen ülkede en çok taraftara sahip takım Benfica.

Porto ise, daha çok ülkenin kuzeylilerinin tuttuğu bir takım. Son on yıllık başarılı dönem onları ülke çapında sempatik kılmış ancak Benfica ile çekişmeleri biraz farklı boyutlarda. Portolular, Benficalıları halen Salazar'cılıkla suçluyor, Benficalılar ise Portoluları gürültücü magandalar olarak gösteriyorlar. Her Benfica - Porto maçı ayrı bir 'kuzey-güney savaşı' olarak gösteriliyor. Benficalılar kazanarak 'şanlı' tarihlerine bir zafer daha eklemek, Porto'lular ise kazanarak Yeni Portekiz'in yeni süper gücü olduklarını 'küstah' Benfica'lılara gösterme hedefindeler.

Bu iki takımın yanında Portekiz'in üçüncü büyüğü ise Sporting Lizbon. Ülkede futbolla ilgilenen herkesin Sporting'e ironik bir sempati duymakta. Bunun sebebi de Sporting'in çok uzun yıllardır hiçbir başarı kazanamaması. Hatta bir Porto - Sporting maçında Porto'luların açtığı pankart, durumu özetliyor : ' Futbol 11'er kişiyle oynanan ve Sporting'in hiçbir şey kazanamadığı bir oyundur.'



Maç önünde Benfica'lıların uğrak mekanı Ginjinha Registada. Ginjinha içerek maç kritikleri yapılıyor. Ginjinha, Portekiz'e özgü bir çilek likörü. Tekila gibi servis ediliyor ancak onun gibi shot yapılması pek tavsiye edilmiyor. Bazı geleneksel mekanlarda çikolata şeklinde mini bardaklarda da servis edildiği oluyor ancak bu bize biraz fazla tatlı geldi açıkçası. Benfica taraftarı alkol aldıkça Porto'lulara giydirmeye başlıyor tabi. Birkaç yıl önce ortaya çıkan şike skandalından başlıyorlar. Ortaya çıkan tapelerde, Porto başkanının hakemlerle konuşmaları var. Hatta Mourinho zamanında Deco ile Porto başkanının tapesi halen konuşuluyor, Deco'nun dişi eşrafı anılarak. Daha sonra Porto başkanı Pinto da Costa'nın özel hayatındaki skandallar konuşulmaya başlanıyor. İki yıl önce boşandığı, eski striptizci eşi büyük bir sevgi seli ile anılıyor. Bu hanım, boşanma sonrasında Pinto da Costa'nın mahremi ile ilgili bir kitap da yazmış, bir Benfica taraftarı yanında taşıyor bunu, hatta maç sırasında sahaya, Hulk'un kafasına atacağından bile bahsediyor.

Yavaş yavaş metroya doğru ilerliyoruz. Stada ulaşmak çok zamanımızı almıyor, metro da inanılmaz dıkış tepiş değil, belediye çalışıyor ! Altmış bin kişilik 'Estadio de Lur' stadına giriyoruz. Ertem Şener sağolsun, stadın adının Türkçe'sini hepimiz ezberlemişiz, 'Işığın Stadı' adına yakışır ihtişamıyla karşılıyor bizi stad.



Maç öncesi geleneksel olarak, Benfica'nın simgesi kartal uçuruluyor. Pedro bana, birkaç sene önce bu kartalın istenen yere inmediği için, İspanyol kartal terbiyecisinin işinden olduğunu söylüyor. Çok şükür ki yeni eleman böyle bir skandala imza atmıyor.

Porto'lular da deplasman taraftarına ayrılmış bölümü tamamen doldurmuştu. Ancak maç öncesi, hemen onların altındaki Benfica taraftarları, kendileri hakkında çok 'hoş' bir pankart açtılar : 'Üstümüzdeki tribünde 'adam' yok!'

Maç öncesi herkes çok heyecanlı, geçen yıl Porto şampiyonluğunu burada, Benfica'nın evinde ilan etmişti. İşin ironik tarafı ise, 'ışığın stadı' olarak adlandırılan stadın, bahsi geçen maç biter bitmez 'teknik aksaklıklardan dolayı' karanlığa gömülmesi olmuş.



Meşale konusunda Portekiz Futbol Federasyonu'nun bir yaptırımı yok gibi, Benficalı taraftarlar, kale arkası tribünlerinde onlarca meşale yakıyor. Hatta bu meşalelerden bir tanesi kendi açtıkları pankartı yakmaya başlıyor. Bu durum kısa süreli bir yangına sebebiyet verse de itfaye olaya zamanında müdahale ediyor Allah'tan.

Maç hızlı başlıyor. Sürekli tezahurat eden bir taraftar profili çizmiyor Benfica'lılar, önemli pozisyonlarda sabitleşmiş bir-iki şarkılarını söylüyorlar, serbest atışlarda ayaklarını yere vurup tempo tutuyorlar bir de top Hulk'a gelince ne yazık ki malum sesleri çıkartıyorlar. Ancak bizden biraz ayrılan durum ise, stada gelen 58.222 kişinin de yüzü sahaya dönük, kimse kimseyi bağırtmaya çalışmıyor, tezaruhatlar kendiliğinden pozisyon sonlarında gelişiyor.

Maç muhteşem gollere sahne oluyor, kendimi şanslı adlediyorum. Skor 3-2 Porto lehine oluşuyor ve Benficalılar büyük hayal kırıklığına uğruyorlar. Biz de efkarlı birkaç taraftarla Fado dinleyemeye koyuluyoruz, acımızı dindirmek için...



Portekiz birçok yönden bize benzerken, seyahat edilmesi çok keyifli bir ülke şekline büründü gözümde. Derin ve heyecanlı futbol kültürü de bu seyahatin en güzel sosu olarak damağımda kaldı, obrigadu Lisboa !

14 Nisan 2012 Cumartesi

Süper 'Lig Tv' Finali !

10 puanlık bir uzman sorusu var aklımda.

3 Temmuz süreci, aşağıdakilerden hangi şahsı daha çok sıkıntıya sokmuştur ?

A) Aziz Yıldırım
B) Tayfur Havutçu
C) Sadri Şener
D) Bülent Uygun
E) Digiturk patronu Ertan Özerdem

Ligin izlenilirliğini arttırmak için, paranın asıl patronları ligimize 'Play off' gerdanlığını taktılar, canım ligimiz belki daha güzel gözükür diye. Bu plan için ne Terim'in uluslararası tecrübesinden yararlandılar, ne Kocaman'ın dinamik futbol aklından, ne de Güneş'in dingin ve derin sportif bilgisinden. Beyaz yakalı amcalar oturdu ve karar verdi, diğerlerine ise kafa sallamak düştü.

34 hafta bittikten sonra ilk play off, pardon Süper Final maçının olumsuz hava koşulları sebebiyle oynananamaması, başka bir komedyayı gözler önüne serdi, ayrıca bize Türk Futbolu'nun gerçek patronlarını tekrar hatırlattı.



Mevzuata göre, olumsuz hava şartları sebebiyle oynanamayan müsabaka, bir gün sonra aynı saatte oynanır. Ancak, masum 'Lig tv' zarar etmesin, aynı saate iki derbi denk gelmesin, büyük baronlar müşteri kaybetmesin diye, bu mevzuat da 'normal sezon' için geçerli sayılarak görmezden gelindi. Beşiktaş - Galatasaray derbisi Pazartesi saat 20.00'de oynanacak..

Ligimizin marka değerine sağlık..

10 Nisan 2012 Salı

Kadın Basketbolu Final Serisi

bugün final serisi maç programı açıklandı. bilindiği üzere ev sahibi avantajı fenerbahçe'de ve 5 maç üzerinden oynanacak serinin 3 maçı caferağa'da olacak. sırayla 2 maç caferağa'da, 2 maç ipekçi'de, 4. maç gibi yine gerekirse 5. ve son maç caferağa'da oynanacak. tarihler sırasıyla şöyle; 12 nisan(perşembe)-14 nisan(cumartesi)-17 nisan(salı)-19 nisan(perşembe)-22 nisan(pazar). yani orada oynanması muhtemel 3 maçın 2'si hafta sonu. bizim sahamızda oynanması muhtemel 2 maçın 2'si de hafta içi.

öyle denk gelmiş diyebilirsiniz. peki, sadece 1 sene önceye bakıyoruz. geçen sene normal sezonu lider bitiriyoruz ve ev sahibi avantajını alıyoruz. durum şu, bizim 3 iç saha maçının 1'i hafta sonu, 2'si hafta içi, oradaki 2 maçınsa 1'i hafta sonu, 1'i hafta içi. hala e tamam abi ne var bunda, öyle denk gelmiş diyebilirsiniz tabi ki. ama şu var ki, geçen sene yarı final serileri 6 nisan'da biterken final serisi 10 nisan'da başlıyor. bu sene 9 nisan'da biten yarı finallerden sonra finallerin başlangıcı 12 nisan. neden? çünkü geçen seneki gibi başlasa her şey kayıyor ve tıpkı geçen seneki gibi hem galatasaray hem de fenerbahçe 1 hafta sonu maçı oynayabiliyor. ama o iş birilerine uymuyor tabi ki.

gelelim maç saatlerine. geçen sene oynanan hafta içi maçlarına bakalım önce. 12 nisan salı günü ipekçi'de oynanan serinin 2. maçının başlama saati 20:00. 15 nisan cuma, caferağa'da oynanan serinin 3. maçının başlangıç saati ise 20:30. neden öyle, onu biz bilemiyoruz işte. ama tesadüf mü hayır. çünkü bu sene fenerbahçe'nin oynayacağı tek hafta içi maçının başlama saati 20:00. ipekçi'deki 2 maçınsa 19:30. neden? öyle işte.

bu sene biz hafta sonu maçı oynayamayacağımız için bu seneyi karşılaştıramıyoruz ama geçen seneki hafta sonu maçlarının başlangıç saatlerine gelelim. biri 14:00, biri 15:30. hangisi, hangisi söylemeye gerek yok heralde. ipekçi'deki maçın akşamı futbolda trabzon maçı vardı. o yüzden denebilir. ama o maç seyircisizdi. ayrıca buna dikkat edeceksek ver ikisini de 15:00'e. kafanız rahat olsun. ama olur mu, olmaz tabi. maçtan 1 gün önce 3 kere değişen hakem triosundan, murat biricik'ten, şike iddianamesindeki recep ankaralı tapelerinden falan bahsetmiyorum hiç.

kızmıyorum federasyona falan. hakkım yok çünkü. senin, elindeki euroleague f8'inin organizasyonunu devrettiğin kurum sonuçta o. sana iç sahada, deplasmanı yaşatan da o. aslında o değil, bunu yapan sensin arkadaşım. yukarda ne güzel söylenmiş, 'kulübün en kötü idare edilen şubesi.' evet bunun farkındayız. ama sizin bunu sürekli ispat etmenize gerek yok.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Vizyon !

9 Nisan 2012 günü Radikal gazetesinin internet sitesine göz atarken, dikkatimi ufacık bir haber çekti. Süper Final, şike davası, Muslera'nın penaltısı, Riera-Melo kavgası gibi populer konuların arasında kaynadığını düşündüğüm bu haber, Türk futbolcusunun vizyonunu net bir biçimde ortaya koymaktaydı. Direkt alıntılıyorum:



'Yeşil beyazlıların sakatlığı sebebiyle 3 haftadır forma giyemeyen yıldız futbolcusu Ozan İpek, bir dergiye özel açıklamalarda bulundu. "Maç içinde futbolcu ya da hakem dövmek istediğin oldu mu?" sorusuna genç oyuncunun yanıtı ilginç oldu. Ozan, "Hakemi dövmek istediğimde her zaman kendimi kurduğum bir hayal ile sakinleştiriyorum. 35 yaşıma gelmişim, futbolu bırakmaya karar vermişim ve hakemi dövmek istiyorum. Gidip bir tane vuruyorum ve futbolu bırakıyorum" diye konuştu.'

Düşünün ki, 25 yaşında üst düzey sayılabilecek bir ligde top koşturan bir futbolcunun emeklilik hayali ne alkışlar arasında jubile yapmak, ne oynadığı takımın başına teknik direktör olmak, ne de kariyerinin sonunda heykelinin dikilmesi.. Kendisinin hayali, kariyeri sonunda lanet hakemlerden tüm hıncını çıkartmak..



Senelerdir aynı şeyi tartışıyoruz ya, Ümit Milli Takım'da daha başarılı bir jenerasyona sahipken nasıl oluyor da o gençler gelişimlerini sağlayamıyorlar diye. Hep soruyoruz ya, Okan Koç Portekiz maçında C.Ronaldo'dan daha iyi değil miydi diye. Yukarıdaki sözler her şeyi açıklıyor ve sporla haşır neşir olan herkesi daha bir karamsarlığa itiyor..

Ozan İpek'in kariyerindeki tüm hedeflere ulaşması dileğiyle !