31 Mayıs 2010 Pazartesi

Değeri Bilinmeyen Ustalara Saygı Duruşu: Hayrettin Demirbaş

Saygı duruşlarımıza tam gaz devam ediyoruz. Bu seferki konuğumuz, Galatasaray ve Milli Takımımızın eski kalecisi Hayrettin Demirbaş.

Ayvalık'ın küçük beldesi Küçükköyspor'da kaleyi korumaya başladığında, yazları para kazanmak için İzmir Fuarı'nda penaltı kurtarmaya çalışan o genç ve yağız delikanlı, acaba o anlarda, bir gün ülkenin ulusal takımının kalesine geçeceğini hayal edebilmekte miydi ?



Her zamanki gibi gelin, Hayro'ya Televole kültürüyle bakanların onun hakkındaki fikirlerine bir göz atalım ;


* Tam bir delidir. Bir Fenerbahçe maçında Rıdvan'ın üzerine uçmuş, adeta öldürmeye teşebbüs etmiştir. Yani çok da akıllı bir adam değildir (!)

* Ali Şen'in de dediği gibi, Fenerbahçe, o kalede olduğu zamanlar maça hep 1-0 önde başlamıştır. Hep balık goller yemiştir bu maçlarda (!)

* Kupa Galipleri Kupası'nda PSG maçında yediği 2 hatalı gol, zaten onun kalitesini ortaya koyar. Çok yakmıştır Cim Bom'un başını, çok (!)

* 1997 yılında Gençlerbirliği ile oynanan kupa maçında 17 penaltının hiçbirini kurtaramamıştır. Ağaç diksen birini çıkarırdı be kardeşim (!)

* Her hocayla sorunlar yaşamıştır. Bu sebepten kiralık gönderilmiştir bir kaç kez. Uyumusuz ve huysuzdur yani (!)

* 3 yıl Zoran Simoviç'in arkasında beklemesine rağmen ondan hiçbir şey almamıştır (!)

* 51 yaşında futbola dönmek de nedir yahu ? (!)



Gördüğünüz üzere, salt eleştirmeye, yermeye yönelik olan spor basınımızın yarattığı Hayrettin Demirbaş profili bu şekildedir. Ancak biz, her zamanki gibi, bu efsanenin hakkını, gene kendi kariyerini anlatarak verelim.

* 1986-1996 yılları arasında Galatasaray kadrosunda bulunmayı haketmiş bir oyuncudur.

* 7 sezon Galatasaray'ın 1. kalecisi olarak görev yapmıştır. Bu başarısı onu Ulusal Takımın da kalesine geçirmiştir. Toplamda Milli formayı tam 18 kez gururla terletmiştir.

* 90 sezonunda oynanan Banik Ostrava maçındaki akıl almaz kurtarışlar sayesinde 'Ostrava Panteri' adını almıştır.

* Sanılanın aksine, şovenist bir insan değildir. Hakkında yapılan o kadar aşağalayıcı haberlere rağmen, hiçbir zaman çıkıp, bu açıklamalara cevap vermemiştir. Bir kaç ekipte hocalık yapmıştır, bunun dışında kendi halinde, mütevazi bir hayat yaşamaktadır.

* 51 yaşında, eski bir hocasını kıramayarak futbola dönmüştür. Olay tam olarak şu şekilde gelişmiştir. HAyro'nun çok değer verdiği bir hocasının Niğdespor'a kaleci arayışı sırasında, kendisinden yardım istemiştir. Hayro da İzmir'de kaleci arayışına girmiştir anca içine sinen kimseyi bulamamıştır. Hocası da Hayrettin'i Acun Ilıcalı'nın organize ettiği 'Devler Ligi' programında seyretmiş, ve kendisinin kaleye geçmesini teklif etmiştir. O da hocasına bir vefa örneği göstererek, kendisini kıramamıştır. Yani onun için Vefa, bir semt adı olmaktan ibaret değildir.




İnsanların anlamadığı durum, Hayrettin'in bu kadar uzun süre üst düzey futbol oynadığıdır, ve bu düzeyde futbol oynayan bir kalecinin, kötü bir kaleci olması imkansızdır. Hayro'nun tek hatası belki de profesyonel olamamasıdır. Bu sebepten, forma aşkının ağır bastığı anlarda kritik hatalar yapmıştır. Ancak büyük kalecilerin kariyerlerine baktığınızda, bu tarz hataları görmediğiniz bir an olmuş mudur acaba ?

Yazarın Konu ile İlgili Kınaması: Four Four Two dergisinin Türkiye baskısının 2010 Mayıs sayısında, Hayrettin Demirbaş'a büyük bir saygısızlık yapılmıştır. Derginin ' 6 Pas' bölümünde, 19. sayfada 10 Leo Franco Vakası köşesinde, Hayrettin ile ilgili şu cümleler sarfedilmiştir:

'Her maçı ayrı bir Leo Franco vakası, İstanbul'daki PSG faciasıysa şahikasıydı! Zaten en büyük hatası kaleci olmasıydı ! '

Tahminimce bu köşeyi 16 yaşında bir lise öğrencisi yazmakta. Zira Milli formayı terletmiş, Galatasaray formasıyla 10 yıl boyunca Türk futboluna hizmet vermiş bir sporcu hakkında bu kadar SAYGISIZCA bir yorum yapmak, ahmaklıktır, daha ötesi terbiyesizliktir..



Yazardan Özel Saygı Duruşu: Yıl 1992. Yer: Bursa Büyük Atlas Oteli Lobisi. Bursaspor maçından önce Galatasaray otelde kamp yapıyor. Lobi ana-baba günü. Bell-boy'lar lobidekileri dışarıya çıkarmak için uyarırlar. Takım elbiseli baba ile 11 Numaralı kırmızı Galatasaray formalı çocuk, Bell boy'lardan birine yaklaşır. Baba'nın ağzından şu kelimeler dökülür :

- Ben Hayrettin'in Ayvalık'tan ağabeyi sayılırım. Kendisine adımı söylerseniz, eminim bizle görüşecektir.

Bu diyalogtan sadece 5 dakika sonra, ayağında terlikleriyle koşarak gelen dev bir adam görür küçük çocuk. (Çok şükür ki İbrahim Üzülmez oralarda değilmiş) Babasına öldürecekmiş gibi sarılan bu adama uzun uzun bakar. Tanımıştır onu, odasındaki posterinde, yeşil kaleci kazağıyla duran adamdır o; Hayrettin'dir ! Babasına sarıldıktan sonra, çocuğa döner Koca Hayro;

- Gel bakalım aslan parçası !

der ona. Çocuğu kucağına alır, 512 numaralı odasına götürür baba-oğulu. Çocuk heyecanlıdır, odaya girdiğinde kalbi adeta boğazında atıyordu. Kapıyı, Hamza Hamzaoğlu açar, yanında da Roman Kosecki ve İbrahim (dönemin az forma şansı bulan oyuncusu) vardır. Çocuk, bunun bir rüya olabileceğini düşünüyordur.

Hayro, bu iki misafirini yaklaşık bir buçuk saat ağırladı. Çocuk bu bir buçuk saat içerisinde kah Hayro'yla güreşti, kah Hamza'nın kucağında sohbetler etti. Daha sonra takım olarak masaj servisine gitmeleri gerektiğini öğrenen Hayro, mahcup bir şekilde müsaade ister. O bir buçuk saat su gibi geçmiştir çocuk için, ancak bir kez daha şükretmiştir Galatasaray'lı olduğuna..

O çocuk büyüdü, bazı şeyleri daha iyi anladı, Hayro'ya bir kez daha teşekkür etti kendi kendine, onu gerçek bir spor sever, gerçek bir Galatasaraylı yaptığı için.

Yazarın tek isteği, inşallah Hayro, bir şekilde bu yazıya -kendiliğinden- okur, ona saygı gösterenleri de görür, futbola başladığı güne bir kez daha şükran duyar...

30 Mayıs 2010 Pazar

1.Ligin 1.Sınıfları

Karabükspor, Bucaspor'un ve son derece çekişmeli geçen play offların ardından Konyaspor'un "Süper" olduğu, bir önceki sezon Süper Lig'de mücadele eden Kocaelispor ve Hacettepe'nin Dardanelsporla birlikte küme düştüğü, heyecanın son dakikaya kadar sürdüğü Bank Asya 1.Lig, sona erdi. Bu yazı, ligin sonunda öne çıkanlara, naçizane, hakkını teslim etmek üzere yazılmış ve ithaf edilmiştir.

Yasin Avcı - Karabük
Ligin Mavi Ateş'i, sezon sonunda şampiyonluk için yanarken, Yasin Avcı ligin gol kralı olarak takımına en önemli katkıyı yaparak dikkatleri üzerine çekti. Altay günlerinden beri zaman zaman sağ açık, zaman zaman santrafor oynayan Yasin, Karabük formasıyla bu sezon adeta patlama yaptı ve 19 gol kaydetti. Ayrıca, 31'i ilk 11 olmak üzere 34 maçın tamamında forma giyen 26 yaşıdaki Yasin, önümüzdeki sezon Süper Lig'i de sallayabilir.

Emmanuel Emenike - Karabük
Yeni Daniel Amokachi, Ankaragücü ve Gençlerbirliği tarafından beğenilmeyerek ülkesine dönmek üzereyken Karabük'ten gelen teklifle ülkemizde kaldı, ve 1.lige damga vurdu. Dayanıklılığı, sürati, dripling yeteneği ve gol vuruşları ile dikkat çektiği sezonu 16 gol 4 asistle tamamladı. İşçilerin maaşlarından yaptıkları katkıyla ayakta duran emekçinin takımı Karabük'ün siyah incisi "İşçilerin orada hangi şartlarda para kazandıklarını biliyorum. Onların parasına ortak olduğum için de kendimi borçlu hissediyorum." diyor.

Yılmaz Özlem- Buca
37 yaşında, takımının en çok koşan, en çok emek veren oyuncusu belki de. Geçtiğimiz sezon 2.ligden 1.lige yükselen Buca'nın en golcü ismiydi. Üstelik defansif orta saha olarak oynamasına rağmen. Sezonun son haftalarında şampiyonluğu garantileyen takımı için Bulgaristan'a futbolcu izlemeye bile gitmişti. Bu sezon da devam etti. Seveni kadar sevmeyeni de çok olan emektar oyuncu, yükselişi durmak bilmeyen Buca'ya, 32 maçta görev alıp 8 gol kaydederek liderlik etti ve takımının terfisinde önemli bir paya sahip oldu.


Mehmet Batdal - Buca
İşte bir Hakan Şükür adayı daha. Üretim kısırı futbolumuzda, 1.96 boyuyla parlayan, fizikli olduğu kadar bileklerine de hakim, fakat bir türlü yeteneklerinin bize vaadettiği patlamayı yapamayan Mehmet sonunda vizyonda. Buca yükseldikçe yükseldi, Mehmet attıkça attı, 16 golle tamamladı sezonu. 1986 doğumlu oyuncu için, 24 yaşın çok geç olmadığına inanıyor, yükselişinin devamını diliyorum.

Ersan Adem Gülüm - Adana
Cezalardan fırsat bulabildikçe tüm maçlarda oynayan Ersan'ın en önemli özelliği,bu sezon hiç oyundan alınmaması belki de. Sahaya çıktığında herşeyini ortaya koyan fedakar oyuncuların başında geliyor. Kemal Kılıç yönetimde sürpriz çıkışını playoffa taşıyan Adana'nın defansının sigortası oldu bu sezon. Geçen sezonda da yılın 11'ine seçilen Avustralya doğumlu oyuncu henüz 22 yaşında.

Musa Çağıran - Altay
Öylesine parladı ki, henüz sezon ortasında Galatasaray kaptı onu. Hemen açıkladı: "Kimliğimde 17 yazıyor, ama 19 yaşındayım" diye. Genç yetenek bu sezon parladı. Kadıköy'de oynanan Fenerbahçe kupa maçında, kıvrak çalımları, kendine güven dolu uzun pasları, 2 yönlü Gerrardvari oyunu ile bloğumuzun dikkatini çekti. 29'u ilk 11 olmak üzere 31 maça çıktı, 8 gol attı bu sezon. Şimdilerde Altay'a veda edip İstanbul'a hazırlanıyor. Tavsiyemiz, iyi izleyin bu çocuğu, adam olacak çocuk çünkü.


Okan Öztürk - Karşıyaka
Yılların tecrübeli golcüsü yıllandıkça tat vermeye devam ediyor. 32 maça çıkıp tamamında 90 dk sahada kalmak, bunu yaparken araya 13 de gol sıkıştırmak, bu ligin enerjisi, sertliği göz önüne alınırsa, asla küçümsenemeyecek bir başarı. Son vuruşlardaki başarısıyla takımını playofflara taşımaya başarsa da, Karşıyaka bir kez daha Süper Lig'in kapısından döndü.

Branimir Poljac - Konyaspor
Kendisini Eskişehirli Stjepan Poljak ile karıştıran elbette olacaktır. Ama farklı iki oyunucudan bahsediyoruz. Tarihin aynı döneminde "Polyak" telaffuzlu 2 oyuncunun ülkemizde forma giymesi ilginç bir tesadüf, ama Konyalı Poljac'ın yaşadığı trajedi. Norveç'in Moss takımından alınan 1984 doğumlu oyuncu o talihsiz kazayı geçirdiğinde ligde tamamı ilk 11 olmak üzere 27 maçta forma giymiş, 7 gol kaydetmişti. O talihsiz kaza geldi, Norveçliyi Konya'da buldu. Bir daha asla yürüyemeceğini söylüyor doktorlar. Sezona iz bırakarak futbol hayatına noktayı koyuyor.

Fabiano Oliveira - Ricardo Pedriel Suarez - Giresunspor
İki Güney Amerikalı'nın Giresun hücum hattında kurduğu ortaklık, sezona kötü başlayan Çotanakları neredeyse playofflara taşıyacak olan 23 golle sonuçlandı bu sezon. Fabiano Oliveira 31 maçta 12 gol, Pedriel Suarez ise 25 maçta 11 gol kaydetti. İkiliden özellikle Steaua Bükreş'ten gelen Suarez bitirici vuruşlarıyla ve Bank Asya 1.ligden Bolivya A Milli Takımı'na seçilmesiyle dikkat çekti.

Murat Yıldırım - Samsunspor
2005'te Ajax altyapısında yılın en iyi oyuncusu seçilen Murat beklenen patlamayı yapamayınca 2008'de bonservisini eline alıp Samsunspor'a geldi. Genç orta saha oyuncu Samsun'da henüz ilk yılında taraftarlar tarafından yılın oyuncusu seçildi. Yükselişi bu yıl da sürdürdü ve takımının ligde kalmasında 32 maçta attığı 2 gol ile önemli bir rol oynadı. Özellikle orta saha arayan orta sıra Süper Lig takımları için biçilmiş kaftan.

Osman Fırat - Gaziantep B.B
Gaziantep BB'nin 26 yaşındaki kaptanı, futbolunun en olgun çağlarına doğru ilerlerken, takımını ligin az gol yiyen ekiplerinden biri yapmayı başardı. Zayıf kadrosuyla kümede kalmaya çalışan güney doğu ekibinde göze batan oyuncu oldu. Kaptan, tatlı sert oyunu, sağlam duruşu, savunma bilgisi ve hem sol bek, hem stoper oynayabilmesiyle, ve çıktığı 31 maçta kaydettiği 2 golle takımın katkı yapmasıyla övgümüzü kazandı.

Selçuk Yıldırımkaya - Kartal
Kartalspor'un Diarra'sı desek, mevkisi, oyun tarzı ve takımı için taşıdığı önem hakkında daha fazla açıklama yapmamıza gerek kalmaz herhalde. Tecrübeli oyuncu sadece 4 kişinin lisanslarının yetiştiği ilk 4 haftalık sürece paftan gelen oyunculara liderlik etti ve takımını sırtladı. Kartalspor'un bu süreci hasarsız atlatmasını sağladı. Üst düzey performansını 29 maça çıkarak sezonun geneline yaymayı başardı.

Mithat Yaşar - Çaykur Rize
Henüz Turgutlu'da amatör kümede oynarken Fenerbahçe tarafından keşfedilen, fakat bir türlü beklenilen patlamayı yapamayan ve kiralık olarak gittiği takımların sayısı arttıkça Anadolu'nun gezgin oyuncularına dönüşme tehlikesiyle yüzleşen Mithat, nihayet patlamayı Rize'de yaptı. Birçok oyuncunun gelip gittiği istikrarsızlık ortamında hücuma dönük orta saha mevkiinde 29 maçta oynadı, 7 gol attı. Onun için hala kaybedilmiş birşey yok, kazanılacak şey çok.

Serdar Topraktepe - Kocaelispor
Bir Kocaelispor, bir Beşiktaş derken sonunda Körfez'e demir attı Serdar. Yönetim faciasıyla yüzleşen Türk sporunun demirbaş takımlarından Kocaelispor küme düşerken, kaptan son ana kadar takımı için mücadele etti. Sahaya çıktığı 23 maçta kaydettiği 8 gol azımsanmamalı, zira Kocaelispor bu sezon toplamda sadece 23 gol kaydetti.

Prandelli Milli Takıma


İtalya Milli takımının başına Dünya Kupası'ndan sonra Cesare Prandelli'nin geleceği açıklandı. Fiorentina'nın başarılı çalıştırıcısı Lippi'nin veliahtı olacak. Kimbilir, belki Lippi de Milano'ya, Inter'in başına geçer. Mourinho'dan sonra sezonun 2. büyük teknik direktör haberi bu.
Kaynak, Corriera Della Sport.

İBB Çalışıyor



Süper ligimizin her ligde olduğu gibi sevilen ve sevilmeyen takımları olsa da, her iki yakanın da bir savunucusu vardır. Peki genelde sevilmeyen, sempati duyulmayan ve üstüne üstlük, savunanı da olmayan tek forma hangi takıma aittir? Cevap çok net, İstanbul Büyükşehir Belediyespor(İBB). Sahip oldukları maddi güç ve sahip olmadıkları taraftar, diğer takımları destekleyenler tarafından hep İBB'nin neden ligde olmaması gerektiği sorusunun cevabıdır. Bu yazı, onların ligde olup olmaması gerektiğini, belediyeciliğin asıl amacının profesyonel sporlara destek olup olmamasını sorgulamak yerine, Avcı'nın ve öğrencilerinin futbola kattıklarını incelemek üzerine yazılmıştır.

İBB’nin yaptığı en doğru işlerin başında, başarılı teknik direktörü Abdullah Avcı’ya, ülkemizde birçok teknik direktörün hak ettiği, fakat elde edemediği şansı vermesi gelmektedir. İBB, her yıl kimlik değiştiren, 2-3 yıllık hedefler koyup 3 hafta sonra teknik direktör değiştiren, başkanın soyunma odasından çıkmadığı, yönetilme fakiri Anadolu takımlarının önündeki en güzel istikrar örneğidir. Lige çıktıkları 2007/08 sezonunu 12., 2008/09 sezonunu 9., ve nihayet geçtiğimiz sezonu 6. olarak tamamlamayı başardılar.

Elbette bu başarıyı sahip oldukları maddi güce bağlayanlar olacaktır, fakat ben buna sonuna kadar katılamayacağım. Çünkü İBB bu sezon elde ettiği başarıyı, büyük paralar harcayarak kadrosuna kattığı Taner Gülleri, Herve Tum, İbrahim Akın gibi oyunculardan ziyade, sistemin, takım oyununun bir parçası olmayı başaran, ve İBB en öncesi alt liglerde mücadele etmiş olan, Metin Depe, Ali Güzeldal, İskender Alın, Hasan Ali Durtuluk ve Tevfik Köse gibi oyuncuların katkısıyla elde etti. Bu noktada kuşkusuz onları bir şablonda, ne yaptığını bilerek oynatmayı başaran Abdullah Avcı’nın hakkını teslim etmemiz gerekir.



Sezonun 32.haftasında Olimpiyat Stadı’nda oynanan İBB-Galatasaray maçı, takım oyunu ile kadro kalitesinin mücadelesi şeklinde geçti adeta. Maçı izleyenlerin dikkatinden kaçmamıştır, her iki takım da sahayı enine ve boyuna geniş kullanmayı amaçlayan 4-3-3 dizilişiyle sahadaydı. Her ne kadar maçı Galatasaray 1-0 kazansa da, o günden akıllarda, küçük üçgenler kuran, kanat oyuncularının tersten bindirerek forveti ikilediği, en uçtaki santrafor İskender’in geriye gelerek arkasındaki orta saha Efe’ye boş alanlar yarattığı, çağdaş futbol örnekleriyle bezeli bir İBB izledik.

İBB’nin bu sezon en çok eleştirildiği noktalardan biri, öne geçince katı defans yapmasıydı. Yıllar önce aynı şeyi uygulayıp maçları çoğunlukla tek farkla kazanan, üstelik bunu rakiplerinden kadro kalitesi olarak oldukça zengin takımlarda yapan Lucescu nasıl bugün özlemle anılıyorsa, Abdullah Avcı’nın bu konuda eleştirilmesi öyle yanlıştır. Bir Anadolu takımının, puan maçında, kendinden güçlü rakibinden bir farkla üstünken, kapanıp kontra atak futboluna dönmesi kadar doğal bir şey olamaz. Zaten, Abdullah Avcı’nın sezonun geneline yaydığı bu mantalitenin, sadece büyüklere çelme taktığı maçlardan sonra eleştirilmesi de manidardır.

Değeri Bilinmeyen Ustalara Saygı Duruşu: Recep Çetin

1985 yılında, doğup büyüdüğü şehrin takımı olan Sakaryaspor'da ilk kez profesyonel olduğunda henüz 19 yaşındaydı. Ve sanırım kariyerine başladığında ülkedeki sağ bek kavramını tamamen değiştireceği hiç aklına gelmemiştir..



Recep Çetin. Futbolla ilgilenenlerin ağızlarında farklı tatlar bırakan bir isim. Fakat bu bakış açısı farklılıklarının sebebi kesinlikle kendisi değildir. Futbolun 'Televole' tarafına bakmak isteyen 'sözde' seyirciler, onu şu yönleriyle hatırlarlar :

* 19 Eylül 1990 tarihinde oynanmış Malmö-Beşiktaş maçında, kendi kalesine rövaşatayla gol atmıştır. Haydi hep beraber gülelim, dalga geçelim değil mi (!)

* Beşiktaş formasını terletirken çıktığı Bursaspor maçında topu 40 metreden doldurmuş, o top da gol olmuştur. Maçtan sonra da 'Bilerek vurdum kardeşim!' demiştir. Nasıl mantıksız değil mi (!)

* Lakabı Takoz Recep'dir. Penaltıyı taca attığı rivayeti üzerine verilmiştir bu lakap kendisine (!)

* Çok çirkin bir adamdır, sihirli gülümsemesi falan yoktur. Göz zevkini bozar tribünlerin (!)




Gördüğünüz üzere, salt eleştiriye dayalı bir mantığı olan kişiler, Recep Çetin'i bu şekilde özetleyebilirler. Ancak gelin, biz bu efsanenin hakkını, kendi kariyerini anlatarak verelim :

* 18 yıllık profesyonel futbolcu kariyeri vardır. Oynadığı takımların hemen hemen hepsi iddiası olan takımlardır.

* 1988-1998 yılları arasında tam 10 yıl boyunca Beşiktaş formasını terletmiştir. 274 lig maçında forma giymiş, 4 Lig, 3 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 2 Başbakanlık Kupası ve 5 TSYD Kupası şampiyonluğu yaşamıştır.

* 56 kez milli formayı giymiş, ve bu özelliğiyle halen Beşiktaş'ın en çok milli formayı giyen futbolcusu olma özelliğini korumaktadır.

* Gordon Milne döneminde nağmalup şampiyon olan takımın demirbaşlarındandır. Herkes MAF tayfasından bahsederken, Milne'nin işaret ettiği geri dörtlü Recep-Gökhan-Ulvi-Kadir'in bir parçası idi.

* Rıza Çalımbay'dan sonra 1996-99 yılları arasında Beşiktaş Futbol Takımı kaptanlığını başarıyla yürütmüştür.



Bunca başarıyı, bir İtalyan ya da İspanyolda görmüş olsaydık, Taksim Meydanına heykelini dikerdik herhalde. Ancak ülkemizdeki yabancı kompleksi gereğince, Recep gibi oyuncular, sürekli başka özellikleriyle akıllara geliyor.



Biz de Bandiera's Blog olarak, Recep ve Recep gibi hakkı teslim edilmeyen futbol işçilerini burada anıp, insanların akıllarına bu efsanelerin başarılı kariyerlerini anlatarak getirmeye çalışacağız. Muaffak olmamız dileğiyle..

27 Mayıs 2010 Perşembe

Yeşil Sahadaki Kara Şovalye

Futbol tarihi boyunca en çok nefret edilen karakterlerdir HAKEMLER.

Her oyunda olduğu gibi, futbolda da bir yöneten olması gerekmektedir. Bu yöneticiler, hakem olarak adlandırılırlar. Oyunun belirli kuralları vardır, bu kuralları uygulayacak ve uygulatacak güç de Hakem'dir.

Tabi ki bu yönetici, her iki tarafa da yaranamaz. Her kararından sonra herkes ona itiraz eder, üzerine yürür. Maç sonrası yöneticiler onlar hakkında ileri-geri konuşurlar. Ne satılmışlıkları kalır, ne karaktersizlikleri. Halbuki tek amaçları, maçları adaletle yönetmektir.



Taraftar gözünden hakemin durumu çok daha vahim haldedir. Hiçbir maçın sonunda sahadan alkışlarla ayrılan bir hakem görülmüşlüğü yoktur. Hatta maç öncesi kadrolar anons edilirken, hakemin adı da anons edilir, ve bu sırada tüm stad ıslıkla yıkılır. Düşünün ki, hakem daha maça bile çıkmamıştır, o takım lehine ya da aleyhine hiç bir karar vermemiştir, ancak sadece hakem olması protesto edilmesi için yeterlidir.



Taraftarlara göre, sahada oynanan mükemmel oyunu, bu kara şovalyeler engellemektedir. Oyunu olur - olmaz keserek, güzel futbolu sekteye uğratırlar. Kurallar mı? Kimin umrundu..



Ülkemizdeki durumları daha fenadır. Hakemler, eski meslektaşları tarafından yerden yere vururlar. Askeriye düzeni gibi, eskiler, yenilerin burnundan getiriyor. Kendi aktif dönemlerinde mükemmel kariyerleri varmış gibi, faal hakemlerin her adımlarını eleştiren bir çizgiyi sergiliyorlar..

Kimseye yaranamayan, zavallı futbol işçileridir hakemler.. Tez elden sendikalaşarak, haklarını aramaları dileğiyle..

24 Mayıs 2010 Pazartesi

10 Numara, bir bize mi 10 numara ?

Yıllardır ülkemizde, orta sahanın ortasında oynayacak, defans yapmayı sevmeyen ancak hücumda harikalar yaratabilecek, teknik kalitesi çok yüksek, 10 numaralı oyuncu hayranlığı görülmekte. 90'ların futbol sisteminde, 4-1-2-1-2 baklava formasyonu popülerken, gerçekten de işe yarayan bir figürdü 10 numaralı yiğit delikanlılar. Ancak, özellikle 'Total Futbol' dediğimiz, herkesin basketbol formasyonlarındaki gibi tüm müsabaka boyunca aktif olduğu bir sistem karşımıza çıktı. Bu sistemde ne'ce 10 numaralar telef oldu gitti tabi ki. Şimdi, son 3 yılın Şampiyonlar Ligi kazananlarının kadroları özelinden, 10 numara ihtiyacının neden sadece ülkemizde olduğunu irdelemeye çalışacağız ..



2010 yılının kazananı Inter takımına baktığımızda, 10 numara tipinde bir oyuncuya rastlayamadığımız göreceksiniz. Sezon başında, Real Madrid'ten alınan Sneijder'in bile, yarı finaldeki rakip Barça karşısında ön libero olarak takımın en çok top çalan oyuncusu olduğu oyuncu olduğunu düşünürsek, 10 numara tipinde bir oyuncu olmadan ne büyük başarılar kazandıklarını görebilirsiniz. Aslında takımın 10 numarasının Jose 'Jesus' Mourinho olduğunu da kabul etmek lazım ..



2009 yılında, Barça dalgası dünyanın her köşesinden hissedilebiliyordu. 6 kupalı mükemmel sezonun tek açıklaması TOTAL FUTBOL olarak açıklanabilir. 4-3-3 sistemini hücumda, 4-5-1 sistemini de savunmada müthiş bir şekilde işleten takımın yıldız oyuncusu Lionel 'mesih' Messi idi. Ancak bir çok karşılaşmada, sağ bekte Alves'in kademesine girerken gördüğümüz Messi'nin de sıradan bir 10 numara olduğunu söylemek hemen hemen imkansız.



2008 yılının şampiyonu Kırmızı Şeytanlar, 4-4-2 sistemiyle ön plandaydılar. ManU'nun orta sahadaki 4'lüsünün orta 2'lisi her daim bir ön libero edasıyla oynayan oyunculardı. Owen Hargreaves ve Fletcher ikilisinin müthiş uyumu ve kenar oyuncuları olan Ronaldo ve Giggs'in hücumunu destekleyen oyun görüşü sayesinde şampiyonluğa ulaşan taraf Manchester United oldu. Bu sistemde de görüldüğü gibi, oyunu TAKIM olarak oynamak esas olduğundan, takımın başarısı kaçınılmaz oldu.



Bu 3 örnekte de görüldüğü üzere, bu başarılı takımların her daim bazı yıldız oyuncuları olmuş. Fakat onları yıldız yapan durum, onların en başarılı takım oyuncuları olması da olmuş. Hagi'nin ülkemizdeki başarısından sonra, başta Galatasaray olmak üzere tüm ekiblerin yeni bir Hagi bulma isteğine bir ket vurması gerektiği, su götürmez bir gerçektir. Zira Hagi'li dönemin diğer yıldızları, onun arkasını her daim sağlam tutan, Suat, Emre, Okan, Ümit ve Tugay gibi oyuncular olmuştur. Zico'lu Fenerbahçe'sinin Avrupa'daki başarılı yürüyüşünün de en önemli parçaları, Alex'in arkasındaki başarılı ön liberolar olduğu da bir gerçektir.



Şu aralar ligimizde, 30 yaşındaki 10 numaralara 8 milyon euro ödeyen, sadece Brezilyalı diye top cambazı aldığını zanneden 'yüce' başkanlarımıza selam olsun ...

21 Mayıs 2010 Cuma

Kuklalar ve Sahipleri

Turgay Demirel, 1992'de ilk kez Türkiye Basketbol Federasyonu başkanı olduğunda, ülkedeki bir çok basketbolsever, yeni umutlara yelken açmıştı. Ne de olsa, yıllarca Milli Takımın ve efsane olmuş Galatasaray takımının kaptanlığından gelmiş bir basketbol adamıydı kendisi.


Ancak ne olduysa, ilk döneminden sonra oldu, koltuk sevdası sportmenliğin önüne geçti Sayın Demirel'in. Her başarısız yönetici gibi, o da sırtını dayayacak bir ağabey aradı kendine, ve 2. dönem seçimlerinden önce , iplerini yukarıya, Kadıköy semalarına doğru uzattı.

1 oy farkla kazandığı seçimlerden sonra, adeta programlanmış sanal bebekler gibi, her şeyi komutlarla yönetmeye başladı.

Şimdi diyeceksiniz ki, bu Demirel döneminde de, Fenerbahçe haricinde başka takımlar da şampiyon oldular, demek ki bu kadar da taraflı değilmiş diye ? Kendisinin vukaatlarının hepsini burda sıralayamayız, ancak gözümüze gözümüze sokulan ve taraflılığı dahi artık su götürmez bir gerçek olan olayları hep beraber görelim, buyurun ;

* 2009 Final serisi sırasında, Hürriyet Gazetesi muhabiri Meriç Tunca'ya şu açıklamaları yapmıştır kendisi :

" Serinin üçüncü maçına bakalım. Fenerbahçe 15 sayı önde. Bir hakem çıkıyor orada başlıyor Fenerbahçe'nin aleyhinde garip düdükler çalmaya. (başkan isim vermiyor ama kastettiği hakem, alper köselerli) fark eriyor gidiyor. Tabii burada Fenerbahçeli oyuncuların da hatası var. onlar da 'nasıl olsa şampiyon olduk. seri 3-0 oluyor' rahatlığına giriyorlar. Topu kaybedip seyirciye bakanlar, 4'e 1 gelip 3'lük atanlar. Tam bir şov olayı yani. sonra ne oluyor?. Hatalı düdükler ve oyuncuların umursamazlığı maçın gitmesine neden oluyor. Geliyoruz ayhan şahenk'teki serinin beşinci maçına. Ve 13 saniye kala Fenerbahçe aleyhine çalınan centilmenlik dışı faule. En tecrübeli dediğimiz Fatih Söylemezoğlu tecrübesini konuşturacağı o pozisyonda anlaşılmadık bir şekilde düdüğü çalıyor."

* 2009 final serisinin son maçında, şampiyonluğu Efes Pilsen'in kazanması üzerine, ipleri elinde tutan Aziz Yıldırım ile beraber, şampiyonluk kupasını takdim etmeden salondan ayrılmışlardır. Tam bir Fair Play örneği işte !

* Bogdan Tanjevic'in senelerdir , Türk Basketbol tarihinin gelmiş geçmiş en yetenekli jenerasyonunu heba etmesine göz yummaktadır. İplerini tutan kişinin, Tanjevic'i hem kulüp takımında, hem milli takımda görmek istemesi üzerine yanıt olarak 'Pek tabi Haşmetlüm !' diyerek hemen harekete geçmiştir. Sonuç mu ? Fenerbahçe Ülker, Avrupa'da Tanjevic'le hiç bir başarı kazanmamıştır, Türkiye'de de Efes Pilsen hanedanlığına son verememiştir.

* 30.01.2010 tarihinde, NTV Spor'a verdiği röportajın ana teması Dünya Şampiyonası iken, konuyu Efes Pilsen ve dopinge getirerek, zaten rengini belli etmiştir. Şampiyonadan, Tanjevic'e, oradan da Efes Pilsen'e konu olarak atlaması, takdire şayan bir politikacı hareketidir, geniş alnından öpülesidir.

* Düşünün ki, o kadar karakterli bir yöneticidir ki, 2009 final serisinin 5. maçından önce, Fenerbahçe yöneticisi Murat Özaydınlı'nın şu açıklamasına sessiz kalmıştır :

“Federasyon, seçimleri nasıl kazanıyorsa, bu olanları da görmeli, göremiyorsa biz de bazı şeyleri görmeye başlarız”.

Türkçe meyaline bakalım bir de:

“Ona gününü gösteririz, seçimleri ona biz kazandırdık, bi daha ki seçimde nah kazanır”

* 2009 final serisi son maçında, herkesin gözü önünde, hakemlere Türkçe ve İngilizce küfürler eden Milli Takımımızın koçu görevden almamış, hatta ceza bile vermemiştir. Hangi ağanın çiftliğinde böyle bir düzensizlik olur acaba, merak ediyorum..

* 2009-2010 sezonunda, Avrupa'da mücadele eden takımlarımız olan FB Ülker'in son maçtan önce şansı daha yüksekken, EFes Pilsen'in şansı daha azdı. Bununla ilgili bir soru sorulmuş Sayın Demirel'e;

- Kulüplerin Avrupa Liglerindeki durumlarını değerlendirebilir misiniz? Öncelikle Efes Pilsen Final 4 için kadro kurdu ama bir üst tura zorla çıktı. Bunca yatırıma rağmen böyle olması başarısızlık mı?

- (Teknik yorumlar yaptıktan sonra)"Bir hafta öncesinde Fenerbahçe'nin tur atlaması yüzde 80, Efes Pilsen'in ise yüzde 20 bile değildi. Ama basketbol bu, sadece sahada oynanıyor diyemeyiz."

Tabi her şey bu kadar olumsuz değil. En güzel tarafından bakarsak duruma ;

* 2012'de Basketbol Federasyonu, yeni başkanını seçicek. Yönetmeliklere göre, bir başkan 20 yıldan fazla görev yapamaz. Bu demek oluyor ki, 2 yıl sonra, Türk Basketbolu şaha kalkar, Uranüs'e kadar yolu olur yani !

Not: Bu blog'da konuya bağlı olarak fotoğraflar koyulacağı öngörülerek, estetik kaygılardan dolayı fotoğraf eklenmemiştir.

20 Mayıs 2010 Perşembe

3 Büyüklere Timsah Tokatı / 2009-2010 Sezonu Analizi

2009-2010 sezonu, tam anlamıyla tarihe geçecek bir sezon olarak akıllarda yer edecek. Yarım yüzyılı aşmış bir tarihi olan ligimizin artık 5 büyüğü var ! Bursaspor, tam bir Anadolu ihtilali yaparak, milyon euroları etrafa saçan 3 büyüklere tam anlamıyla futbol dersi verdi. Başarının paradan değil, takım olmaktan geçtiğini hepimizin yüzüne vurmuş oldu böylece.

Buyurun, ligimizin 'en'lerine şöyle bir bakalım ..

Sezonun Takımı : Bursaspor

Transfermarkt'a göre 129 milyon euro'luk Galatasaray'ı , 113 milyon euro'luk Fenerbahçe'yi ve 88 milyon euro'luk Beşiktaş'ı; 29 milyon euro değerinde bir takımla geçmişlerdir. Ama altını çizmemiz gereken nokta, takım olmalarıdır sanırım. Ertuğrul Sağlam önderliğinde, 'Çanakkale Geçilmez'i oynamadan, kendine güvenerek, akıllı bir oyun tatiktiğiyle tüm rakiplerini alt edip, ülkede futbol devrimine imza atmışlardır.



Sezonun Teknik Direktörü : Ertuğrul Sağlam

Bence geçtiğimiz yılın da en başarılı teknik direktörüdür. Geçen yıl, onun kurduğu Beşiktaş kadrosu şampiyon olmuştur. Yani son 2 sezonda 2 şampiyonluğun mimarıdır. Centilmen kişiliği ile 7'den 70'e herkesin sempatisini kazanmıştır. Ayrıca genö oyunculara verdiği önem, takdire şayandır. Bu hareketi, takımın zirveden kopması üzerine falan da yapmamıştır, en kritik maçlarda bile, yıldız transferleri Zapo'yu kesip, yerine genö oyunculara şans vermesi, bunun en büyük göstergesidir.



Sezonun Futbolcusu : Ozan İpek

Daha 2 sezon önce Kahramanmaraşspor forması ile şampiyonluk yaşadığında, sadece 2 yıl sonra Turkcell Süper Lig'in şampiyonlarından olacağı aklına gelmiş midir acaba ? Basamakları teker teker aşarak bu günkü yerine ulaştı. 22 Şubat'da oynanan Fenerbahçe-Bursaspor maçında 6 dakikada attığı 2 golle ülkenin gündemine oturdu. Belki de o gün, 3-2'lik galibiyet üzerine, Bursalılar şampiyonluğa inanmaya başladılar.



Sezonun Hayal Kırıklığı : Galatasaray

Yıldız transferlerinden sonra, tüm taraftarların beklentisi inanılmaz arttı doğal olarak. Bu transferlerin Frank Rijkaard hamurunda yoğurulacağını da düşündüğümüzde, Galatasaray, ligin doğal favorisi haline gelmişti. Sezon başındaki performansları da, beklentiler seviyesindeydi, ancak gel gelelim, Galatasaray'ın kronik hastalığı olan Saraçoğlu deplasmanından sonra rüzgar ters döndü, üzerine gereksiz şekilde yapılan devre arası operasyonu sonucu, takım ligi ancak 3. bitirebildi.



Sezonun Olayı: Fenerbahçe'nin Şampiyonluk Kutlamaları

Günah keçisi arayan bünyeler, bu olay sonrası suçluyu buldular: Zavallı anonsçu. Tribünden birinin yanlış bilgi vermesi sonucu, olaylar çorap söküğü gibi yaşandı, Kadıköy adeta yerle bir oldu. Gerçek suçlular mı ? Onlar Gündemi değiştirmeye aynen devam ediyorlar..

Sezonun Etkili Elemanı: Trabzonspor

Önce Türkiye Kupası finalinde Fenerbahçe'yi yenerek kupaya ulaşmış, daha sonra, ligin 34. haftasında yine Fenerbahçe'yle berabere kalarak, onları şampiyonluktan etmişlerdir. Sadece 2 maçla, tüm zirveyi etkilemişler, gerçek profesyonelliğin nasıl bir şey olduğunu cümle aleme göstermişlerdir.



Sezonun Centilmeni: Rüştü Reçber

Denizli, Atatürk Stadı'nda oynanan Denizlispor-Beşiktaş maçı sırasında, hakem Abdullah Yılmaz'a, hatalı karar verdiğini hatırlatıp, topun kendinden çıktığını söylemesi, bu coğrafyalarda sıradışı bir harekettir. Umarım onun gibiler başımızdan eksik olmaz . Uğur Meleke'nin de dediği gibi, Ne Maradona gibi çalım atmak, ne de Messi gibi hızlı olmak, önce Rüştü gibi centilmen olmak isterdim herhalde..



Sezonun Anlaşılmazı: Ankaraspor'un Düşürülmesi

Halen, düşürülmesini kimse tam olarak açıklayamıyor. Benim kişisel fikrim ise, Gökçek'lerin, taraftar gücü olan Ankaragücü'ne tamamen konsantre olmak için, diğer piyon takımı dışarıda bırakma oyunuydu bu. İyi de çalıştı, biz kuş beyinliler de 2 günde unuttu bu olayı.

Sezonun En Başarılı 11'i

Onur Kıvrak
Ali Tandoğan-Ömer E.- Lugano-Cale
Volkan Şen-Arda Turan-Alex de Souza-Ozan İpek
Makukula-J. Cesar

Teknik Direktör: Ertuğurul Sağlam - Abdullah Avcı.

16 Mayıs 2010 Pazar

Köprüden Önceki Son Çıkış

Turkcell Süper Ligi için ilk 2 bilet sahibini bulmuştu. Normal sezonu ilk 2'de bitiren Karabükspor ve Bucaspor, önümüzdeki sezon Turkcell Süper Ligi'nde mücadele etme hakkını kazandılar. Özellikle Bucaspor, yıllar sonra İzmir gibi bir şehrin 1. Lig hasretini gidererek büyük bir işe imza atmıştır.



Normal sezonu 3. ile 6.'lık arasında bitiren Adanaspor, Altay, Karşıyaka ve Konyaspor takımları lig usulüne göre mücadele edecek.

Yükselme Grubu'nun ilk gününde Atatürk Olimpiyat Stadı'nda Karşıyaka-Altay, Ali Sami Yen Stadı'nda ise Konyaspor-Adanaspor maçları oynanacak. Her iki karşılaşma da saat 20.00'de başlayacak.



Karşıyaka-Altay maçını Kuddusi Müftüoğlu, Konyaspor-Adanaspor maçını ise Bülent Yıldırım yönetecek.

Bank Asya 1. Lig Yükselme Grubu'nda oynanacak diğer karşılaşmaların programı ise şöyle:

20 Mayıs Perşembe:

20.00 Altay-Adanaspor (Atatürk Olimpiyat Stadı)
20.00 Konyaspor-Karşıyaka (Ali Sami Yen Stadı)

23 Mayıs Pazar:

19.00 Altay-Konyaspor (Atatürk Olimpiyat Stadı)
19.00 Adanaspor-Karşıyaka (Ali Sami Yen Stadı)




Eskiden eleme usulü oynana yükselme karşılaşmaları, bu yılki değişiklikle lig usulüne dönüştürüldü. Tabi ki eşitlikler için bazı kurallar konuldu. Bu kurallar da şu şekilde;

1- İki takım arasında puan eşitliği varsa;

İki takım arasında oynanan Yükselme Grubu müsabakası sonucuna bakılır, şayet bu müsabaka berabere tamamlanmış ise Yükselme Grubu'ndaki gol averajına bakılır. Takımların gol averajının eşit olması durumunda Yükselme Grubu'nda daha fazla gol atan takım üst sırada yer alır. Bütün bu şartlara rağmen eşitlik devam ediyorsa çift devreli lig usulüne göre oynanan TFF 1. Lig müsabakalarındaki sıralamaya göre üstte olacak takım belirlenir.

2- Aynı puana sahip takım sayısı üç ise;

Bu takımların birbirleriyle oynadıkları müsabaka sonuçlarına göre yapılan puan cetveli ile kesin sonuç belirlenir. (Puan cetvelinde eşit puanlı iki veya daha fazla takım arasında oynanan müsabaka sonuçlarına tekrar bakılmaz.) Önce bu puan cetvelinde takımlar arasında puan üstünlüğüne bakılır. Puan cetvelinde puan eşitliği varsa Yükselme Grubu'ndaki kendi aralarındaki puan cetvelindeki gol averajına bakılır. Gol averajı da eşit ise Yükselme Grubu'nda daha fazla gol atan takıma bakılır. Bütün bu şartlara rağmen takımların puanları ile attıkları ve yedikleri gol sayıları eşit ise çift devreli lig usulüne göre oynanan TFF 1. Lig müsabakaları genel puan cetvelindeki sıralamaya göre Yükselme Grubu'ndaki sıralama belirlenir.

3- Bütün takımların puan eşitliği halinde;

Puan cetvelindeki gol averajına bakılır. Gol averajı da eşit ise daha fazla gol atan takıma bakılır. Bütün bu şartlara rağmen takımların puanları ile attıkları ve yedikleri gol sayıları eşit ise çift devreli lig usulüne göre oynanan TFF 1. Lig müsabakaları genel puan cetvelindeki sıralamaya göre Yükselme Grubu'ndaki sıralama belirlenir.



Özellikle İstanbullu futbolseverlerin bu karşılaşmalara ilgi göstermesi, 1. ligimize çıkacak yeni takımın kalıcı olması dileğiyle ..

FA Cup Finali \ Chelsea:1 - Portsmouth:0

Wembley'de tam bir futbol şöleni vardı. Maç analizinden önce, bir futbol karşılaşmasının nasıl bu kadar güzel bir aktiviteye çevrildiğine dikkat çekmek isterim ;

Stad, zaten tam bir futbol mabedi. Tarihi açıdan zaten Avrupa'nın en zengin stadlarından biri. 2003'deki yeni yapıdan sonra, tam bir teknoloji harikası haline de gelmiş.



Maçı yaklaşık 75 kamera takip etti. En etkileyicileri ise, özellikle penaltılarda dikkat çeken 'saha içi ' kameraları idi. Adeta sahadaki bir oyuncu gibi penaltıların kaçırılışını seyrettik.


Tribünlerin ambiyansı zaten her Premier Ligi maçında olduğu gibi muhteşemdi. Taraftarın maça reaksyonlarını gördüğümüzde, bizim tribünlerimizdeki '90 dakika arabesk şarkılardan uyarlama tezahuratlar' mantığını bir kez daha tartışmamız gerektiğini düşünmekteyim.



Bu kadar olumlu öğeden sonra, sahadaki oyunun kalitesiz olması beklenemezdi tabi ki. Portsmouth, açık ve cesur futboluyla göz kamaştırdı, Chelsea ise özellikle ilk yarıdaki inanılmaz baskısı ile büyük maçları ne kadar çok istediğini tekrar gösterdi.

Maçta atılandan çok, kaçanlar dikkat çekti. İlk yarıda Chelsea adına tam 5 top direkten döndü. Ayrıca 2 ekip de 2'şer penaltı kaçırdılar. Portsmouth'un penaltı kaçırmasından yanlızca birkaç sonra Drogba'nın serbest atıştan attığı muhteşem gol, görülmeye değerdi.




Maçtan Notlar

* Frank Lampard, 1913'den sonra finalde penaltıyı dışarı atan ilk futbolcu olmuş. Fa cup finalinde ilk penaltıyı 1913'de A.Villa'dan C.Wallace kaçırmış.

* Chelsea, F.A. Cup’ı 6. kez müzesine götürdü.

* Chelsea, tarihinde ilk kez Premier Lig'i ve F.A. Cup'ı aynı sezonda kazandı.



Yazar için kişisel kıssa: Bir futbolsever olarak, kendi topraklarımızda oynanan maçları izlemek için yılda harcadığım parayı, İngiltere'de oynanacak olan en önemli 3 maça harcasam, onları yerinde seyretsem, nasıl olur acaba ?

14 Mayıs 2010 Cuma

Foto Finish

Avrupa'da bu hafta 2 büyük ligde şampiyon belli oluyor. Özellikle La Liga'da bizleri son hafta çok dramatik bir son bekliyor. 38. haftaya ezeli rakibi Real Madrid'in 1 puan önünde lider giren Barcelona kendi sahasında son haftaya küme düşme potasında giren Valladolid'le karşılaşıyor. Real Madrid ise Valladolid'le aynı puanda olan ama averajla rakibinin üstünde yer alan Malaga deplasmanına gidiyor. Bu iki maç sonunda bir şampiyon ve çok büyük bir ihtimalle(Racing Santander'in Sporting Gijon'u yenip kendini kurtardığını varsayarsak) bir de ligden düşen takım belli olacak. Katalanlar buraya kadar getirdikleri işi yarım bırakmazlar gibi, ama rakibin can derdinde oluşu işlerini ne kadar zorlaştıracak izleyip göreceğiz.



Serie A'da ise, son haftaya Roma'nın 2 puan önünde giren Inter küme düşmesi kesinleşen Siena deplasmanına gidiyor.
Roma ise Chievo'yla deplasmana karşılaşacak. Mourinho'nun öğrencileri Şampiyonlar Ligi finali öncesi 2. kupalarını almaya çok yakın, Roma ise Chievo'yu yenip Siena'dan bir mucizeye imza atmasını bekleyecek.



Bu iki büyük lig hariç, ülkemizde de bilindiği gibi son hafta maçları bu hafta sonu oynanacak. Lider Fenerbahçe kendi sahasında 10 gün önce Türkiye Kupası finalinde 3-1 kaybettiği Trabzonspor'la karşı karşıya gelirken takipçisi Bursaspor ise evinde Beşiktaş'la oynuyor. Son 10 haftada 9 galibiyet alan ve bu maçlarda gol yemeyen Fenerbahçe'nin bu saatten sonra ligi kafasında uzun süre önce bitiren ve kupayı aldıktan sonra kutlamaları hala devam ettiren Trabzon önünde şampiyonluğu kaçırması çok zor bir ihtimal. Bursaspor cephesinde ise Ertuğrul Sağlam'ın hafta içi Trabzonspor'u öven açıklamları vardı, ipler elinde olmayan bir takım için yapacak çok da fazla bir şey yok artık son çırpınışları onların da, bakalım pazar gecesi 22:00'da kutlamalar ne tarafta olacak.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Kaderimsin Liselim

Uzun yıllardır Galatasaray camiasındaki en büyük tartışma konularından biridir; lisecilik. Suçlama, Galatasaray Lisesiler, hep Lise mezunlarının başkan olmasını isterler, adaylarda tek aradıkları özellik budur şeklindedir. Lise tayfası bunu reddeder, ancak Galatasaray yönetiminin, Galatasaray adetlerine yakışır olması gerekliliğinin de altını çizerler.



Bu savları 2 taraftan da doğrulayabiliriz. Bu yazının amacı da, aslında bu tartışmanın ne kadar boş olduğunu göstermektir. Çünkü herkes kendine göre haklıdır, sonuç ise sadece zaman kaybıdır..

Bir Liseci'nin Gözünden Mevzu

Bu suçlamalar tam anlamıyla deli saçmasıdır. Zaten bu suçlamaları yöneltenler, Galatasaray'ın son 7 başkanının 4'ünün Galatasaray Lisesi mezunu olmadığını görürler. Liseci başkanların çoğunun yönetiminde de Lise mezunu olmayan ağır toplar yok muydu sanki?

Ayrıca son seçimlerde oyumuzu Adnan Öztürk'e vermemiz eleştiriliyor. Bir kere bundan size ne ? Demokratik bir yarışta, kimi ilgilendirir bizim verdiğimiz oylar ? Hem biz, sadece Adnan Polat muhalifi olduğumuz için Adnan Öztürk'e oy vermiş olamaz mıyız?



Adnan Polat döneminde olanlara bir bakalım. Sportif başarısızlık ortada. Futbol takımına harcanan paralar ortada, biz Lucescu'nun 2 senesindeki kadroyla şampiyon olup, Avrupa'da başarılı olmuştuk. Şimdiki halimize bir bakın!

Basketboldaki forma skandalı ayrı bir yüz karası. Bu konuda Adnan Polat'ın günahsız olduğu söyleniyor. Peki size soruyorum, çalıştığınız şirkette yaşanabilecek olası bir skandalda, ilk kafası kopartılacak kim olurdu? Tabi ki genel müdür! E o zaman, Adnan Polat'ın bu suçsuzluğu da nereden geliyor?

En kritik anlarda, büyük hatalar yapan yine Polat yönetimi değil midir? Geçen yıl stoper yokken Meira'yı satan, bu yıl forvetsiz kalmışken Nonda'yı takımdan uzaklaştıran kimdir acaba?

Adnan Öztürk'ün kafatasçı bir liseci olduğu söyleniyor. Bu gerçek olmuş olsaydı, Adnan Polat'ın bile yönetimine düşünmediği Abdülrahim Albayrak'ın Öztürk yönetiminde ne işi vardı ?

İşte sırf bu sebeplerden bile Adnan Öztürk'e oy vermiş olunabilir. Ayrıca, Lisemizin bir duruşu vardır. O duruşa yakışan liderle yola devam edilmelidir kesinlikle ...

Alaylı Galatasaraylı Gözünden Mevzu

Bu Liseci arkadaşların tamamının tek bir hedefi vardır; kulübü başkalarına teslim etmemek. En büyük politikaları 'Küçük olsun ama benim olsun'dur. Ancak, özellikle 2000 senesindeki başarılardan sonra, kulüp Mekteb-i Sultani'nin amatör futbol takımı hüviyetinden çıkmış, ülkenin en popüler markası haline gelmiştir.



Bu arkadaşların, bize tahammülü yoktur. Rahmetli Özhan Canaydın dönemini düşünün. Kendisi 2002'de kulübün başına geçtiğinde, futbol takımı Avrupa'nın sayılı ekiplerindendi. Sadece 2 yıl önce Avrupa'dan çift kupayla dönmüştü, 2001'de ise Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final heyecanı yaşamıştı. Fakat Canaydın, dönemin başarılı hocasını gönderdi, yerine Terim'i getirdi. Bu da sonun başlangıcı oldu belki de.

Ayrıca Galatasaray taraftarı için efsaneleşmiş isimler olan, Terim, Hagi, Adnan Polat; Canaydın'ın seçim malzemesi oldular ne yazık ki. Şimdi soruyoruz, bu başarısızlıkları ve hataları, lise mezunu olmayan başka bir başkanda görmüş olsalardı, acaba kaç ay koltuğunda kalabilirdi? Canaydın tam tamına 6 yıl bu kulübün başkanlık koltuğunda oturdu. Varın siz düşünün gerisini.



Kendilerine yonttukları bir seçim sistemi vardır ortada. Eğer Galatasaray Liseli isen, ya da GS Üniversitesi'nden mezun isen, herhangi bir bağışa gerek kalmadan kulübe üye olabiliyorsun. Şimdi soruyorum, Galatasaray aşkı, ya parayla ya da kerat cetveliyle elde edilebilen bir olgu mudur? Pardon, biri insan hakları mı dedi?

Anlamaları gereken, kulübün artık milyonlara mal olduğudur. Kombineyi alan ben, resmi GSM operatörünü kullanan ben, her yıl tüm formalardan alan ben, her maçta boğaz patlatan ben, kulübün resmi kredi kartıyla dünyaları satın alan ben; ancak kulübü yöneten sen. Yok öyle yağma!

Görüldüğü üzere, her iki taraftan da durum haklı sayılabilir. 2 tarafın da belirttiği nesnel sorunlar ortadadır, ancak daha kötüsü, aynı camiada gerçekten 2 ayrı taraf olduğunu görmektir..

Anne Babadan Önce Beşiktaş

acetobalsamico yazdı, direkt alıntılıyorum:

"Annesinin babasının adını unutturan hastalık ona Beşiktaş'ı ve İbrahim Toraman'ı unutturmamıştı. Mehmet Uzun'un Ümraniye'de Toraman ile bir araya geldiği görüntüler her insanı ağlatırdı, beni de ağlatmıştı. Ne mutluydu İbrahim ile paslaşırken... Hep bir mucize beklersin. Gelmez işte bazen... Bu küçük adam veda etmiş bizlere... Allah toprağını bol etsin..."

* * *

Olayın 3 yönü var. Anne babadan başlayalım. Biricik oğlunu, evladını kaybetmekten büük acı yok elbette, kelimelerle tarifi zor, yaşamayan bilemez diyelim. Tek teselli, çocuklarının belki de hayattaki en büyük arzusunu yerine getirmiş olması. Teselli sayılırsa..

Çocuk. Bu ne büyük bir aşktır, bu ne büyük bir sevgidir. Siyah - Beyaz renklere adanmış bir ömürse, en güzelini yaşadı belki de Mehmet. Hastalığının ilerleyen evrelerinde, annesini babasını unuttu ama Beşiktaş'ını asla, unutamadı İbrahim Toraman'ı. Mucize olmadı, genç adam veda etti bizlere, futbol aşkının, takım sevgisinin en yücelerinden birini göstererek.

İbrahim Toraman. Profesyonel futbolcu. Ama profesyonellik mi bırakır insanda bu sevgi. Sevilmek herkesin hoşuna gider, ama böylesine sevilmek.. İbrahim nasıl hissediyordur, ne düşünüyordur elbette bilemeyiz ama bir insanı bu renklere ilelebet bağlayan eşsiz olaylardan biri geçti başından. Biraz empati yapıyorum da, Mehmet nasıl aklına gelmez insanın, her maça çıkarken? "O çocuk bu renklere, bana böylesine aşıkken, ben elimden geleni ortaya koymalıyım diyordur herhalde o günden beri Toraman.

Allah toprağını bol etsin, huzur içinde yatsın bu futbol sevdalısı kardeşimiz.

Rocchi'ye Selam, Forlan'a Şükran



Maç nasıl ön görüldüyse öyle geçti diyebiliriz aslında. Basketbol maçı olsa, Fulham'ın daha çok şansı olabilirdi. Hodgson'ın öğrencileri, taktik aldıktan hemen sonra oyunu dengede götürdüler, ama zaman geçtikçe teslim oldular Madridlilere. İlk yarı da, 2.yarı da uzatmalar da böyle geçti. Fulham her yönüyle bir takım kimliği ortaya koyarken, Atletico Madrid'in yıldızları farklarını gösterdiler. Forlan şarap gibi, yıllandıkça son vuruşlarda ustalaşıyor. Tereddüt bile etmeden zor vuruşları köşelere göndererek 2 golü bıraktı Fulham ağlarına. Fulham'ın Premier Lig'e uygun uzun defansı, yerden belki de Avrupa'nın en etkili ikilisine teslim oldu. Özellikle 2.golde maç boyu havadan top göstermeyen Hangeland'ın Forlan'a karşı yerden nasıl ağır kaldığını gördük.



Futbol böyle garip bir oyun işte. İtalyan hakem Gianluca Rocchi İstanbul'da Caner Erkin'in 81.dakikadaki düşürülüşünde penaltıyı çalabilse, bugün bambaşka 2 kaderi yaşayan takımları konuşuyor olabilirdik. Rocchi penaltıyı çalamadı, Madrid gitti kupayı aldı, Galatasaray başedemedi Avrupa'dan elenmekle. Yurtdışı başarılarına çok alışkın bu camia için Avrupa'dan elenişin sezonun geri kalanına sirayet etmemesi olanaksızdır zaten.



A.Madrid kötü geçmesine hazırlandığı sezonda Avrupa Ligi'ni aldı, İspanya Kupası'nda finale yükseldi. Fulham için ise rüya gibi bir yoldu bu, mutlu sonla bitmedi ama, bu da yeterdi onlara.



Atletico Madrid : De Gea- Ujfalusi, Dominguez, Perea, A.Lopez- Simao ('68 Jurado), Raul Garcia, Paulo Assuncao, Reyes ('77 Salvio)- Aguero ('119 Valera), Forlan

Fulham : Schwarzer- Hughes, Baird, Hangeland, Konchesky- Duff ('84 Nevland), Murphy ('118 Greening), Etuhu, Davies- Gera, Zamora ('55 Dempsey)

Goller : '32, '116 Forlan, '37 Davies

9 Mayıs 2010 Pazar

Giden sevgilinin ardından



Cumartesi günü beklenenden çok daha fazla bir kalabalık vardı Ali Sami Yen'de. Sarı kırmızılı taraftarlar bu sene son kez görecekleri takımlarını uğurlamaya gelmişlerdi. Güzel bir oyun izleyerek ayrılmak istiyorlardı belki de sevgililerinden. Hava güzel, stad da doluydu ancak sahada bu ligi kafasında çoktan bitirmiş bir Galatasaray vardı.

Kolay değil tabii, çok değil 8 hafta önce eğer lider Galatasaray'ın ligin 33. haftasındaki maça şampiyonluk iddiasını tamamen kaybetmiş olarak çıkacağı söylense durum birazcık garipsenirdi, ama değerlendirmesini ligin sonunda yapacağım bir dolu nedenin bir araya gelmesiyle birlikte şartlar sarı kırmızılı takımı bu noktaya getirdi. Böyle hedeften uzaklaşmış bir takımda futbolcuların da oynama isteğinin azalması normal karşılanabilir. Ancak ligi 4. bitirmesi halinde sezonu en az 2 hafta erken açacak yani 2 hafta daha az tatil yapacak futbolcuların bunu umursamaz bir şekilde oynadıkları futbol asıl garip olan durum.

Rijkaard'in çıkardığı 11 ve özellikle sonrasında yaptığı değişikliler yönetime adeta mesaj verir nitelikteydi. Kırmızı kart cezası biten Barış'ı direkt ilk 11'e koyması, maç içinde Mustafa Sarp'ı oyuna alıp Mehmet Topal, Mustafa Sarp ve Barış Özbek'ten oluşan, teknik kapasitelerinin toplamı bir Lucas Neill etmeyen orta sahaya dönmesi sanki "işte elimdeki kadro bu" der nitelikteydi. Zaten 90 dakika boyunca Jo'nun ilk yarıda karşı karşıya kaçırdığı pozisyon ve 75. dakikada oyuna giren Gio'nun oyunu hareketlendirmesi hariç Galatasaray'ın oynadığı futbol tamamen bitse de gitsek havasındaydı. Antalyapor ise hiçbir iddiası olmamasına rağmen, takımın ortalama kalitesinin 3 gömlek üstünde olan Necati'nin önderliğinde güzel bir futbol oynayıp, hakettiği bir galibiyet aldı. Bu sezon 4. kez karşılaştığı rakibine 2. kez yenilen ve kendisini kupadan eleyen Antalyaspor'a karşı Galatasaray ligde kendi evinde de son 3 maçtır rakibine karşı üstünlük kuramıyor.



Maçın en güzel anı şüphesiz Emre Aşık'ın 90. dakikada oyuna girişiydi. 18 senelik futbol kariyerine nokta koyan Emre Aşık'ı Galatasaray tribünleri hem açılan pankartlarla hem de yapılan tezahüratlarla beraber layıkiyle uğurlamasını bildi. Maçın en ilginç olayı ise şüphesiz 89. dakikada oyuna giren ve maç boyunca sadece 1 kez topa dokunabilen Veysel'in, bu dokunduğu topu gole çevirmesi oldu. Kapalı tribünde maçın başında açılan ve kısa süre sonra ters çevrilen "konuştukça batıyorsunuz, kalbimizden çıkıyorsunuz" pankartı ise UEFA kupasını kazanmayı Galatasaray'ın sahibi olmak sanan eski futbolculara taraftarlar tarafından verişen bir mesajdı.

Sonuç olarak Galatasaray aldığı bu mağlubiyetle son hafta öncesi 3.lük koltuğunu da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı ve Beşiktaş'ın Bursaspor önüne daha motive bir şekilde çıkmasını sağladı. Ezeli rakibi Fenerbahçe'ye bu sezon iki kez yenilen, en yakın takipçisi Bursaspor'dan puan alarak liderliğe oturmasını sağlayan Galatasaray bu aldığı sonuçla sarı lacivertlilere son hafta öncesi bir güzellik daha yapmış oldu. Galatasaray'ın ligi bu son hafta öncesi, 51 senelik Süper Lig tarihinde ilk kez 2 sezon üst üste ilk 3'e giremeden bitirme ihtimali olması ise son iki senedir tarihinin en pahalı transferlerini yapan bir takım adına üzerinde uzun süre düşünülmesi gereken bir durum.