30 Nisan 2013 Salı

Bir Türk Saldırı Silahı Olarak Biber Gazı

28 Nisan 2013 sabahı bandierasblog yazarları artı bir olarak sabahın çok erken saatlerinde yola çıktık. Önce Adana'ya uçakla gidip oradan da araçla Antep'e geçtik. Maç önünde ufak da (!) olsa bir badere atlatmış olsak da bu olay haricinde her şey yolunda gidiyordu, ta ki 17:00 sularında stat girişine doğru yönelene kadar..

 Kamil Ocak Stadı'nın misafir takım taraftarı için ayırdığı bölümün 2 girişi var. 1. girişteki sıra ilk bakışta normal göründüğü için önce o sıraya geçtik. Daha sonradan biletlerimizin 2. girişten olduğunu farkedince normal prosedüre uyup 2. girişe doğru geçtik. Bu giriş tam olarak ana baba günü gibiydi, hiç  kimse herhangi bir sırada beklemiyor, herkes kapıya doğru yönelmiş bekliyordu. Kapılarda ise enteresan bir bekleyiş vardı, hiçkimse içeri alınmıyordu.


 Bir saat bekleyişten sonra birden turnikelerin bozulduğu ve kapıların kapatıldığı haberi geldi bize. Bu geçen bir saat içerisinde doğal olarak bir adım dahi öne gidememiştik; kapıdan herhangi bir taraftar kabulü yoktu çünkü. Bir süre sonra kalabalığın da artmasıyla izdiham arttı ve polisin ilk biber gazlı müdahalesi geldi. İşin en korkunç tarafı, polis biber gazını insanların gözünün içine içine sıkıyordu. Biber gazı sıkılması dahi rezalet bir durumken bir de insanları kasten yaralamak için kullanıyordu adi silahını polis.

 O noktadan sonra yaklaşık bir buçuk saat boyunca izlemek için parasını verdiği maça girmek için çabalayan insanların biber gazı ve tazyikli kanalizasyon suyu ile imtahanı sürdü. Günler öncesinden resmi yollarla parasını vererek biletini satın aldığımız maça girmek için sadece sırada beklediğim için dört posta biber gazı ve tazyikli kanalizasyon suyu yemiştik kısacası..

 Olayın asıl sebebi ise basında tamamiyle yanlış - yanlı şekilde resmediliyor. Birçok gazetede sadece tribündeki olaylar aktarılırken asıl olaylar dışarıda yaşandı. Tribünde biber gazından etkilenen insanların etkilendiği gaz, stat dışında insanların üzerine sıkılan biber gazıydı. O biber dışarıdakilerin genizine, burnuna falan girdi öncelikle, daha sonraki tahribatı zaten LigTV yayınladı. O görüntülerden bile ilk tahribatın boyutunun ne denli büyük olduğunu anlayabilirsiniz.



 Asıl iğrenç nokta ise bu olayların net bir şekilde Gaziantep Spor Kulübü tarafından planlanmış olduğuydu. Biletleriyle dışarıda en az 2000 kişi kaldı, bu da gösteriyor ki (ayrıca bu bilgi Antep'teki nüfuzlu birçok kişi tarafından dillendirilmiştir.) 5600 kişi kapasiteli Galatasaray tribününe en az on bin bilet basılmış. Beş bin altı yüz kişilik kapasite dolunca da kapılar kapatılmış. Gerisi tamamen hikaye, uydurma..

 Komedinin son perdesi de bugün Gaziantepspor'dan yapılan açıklama oldu. Gaziantepspor, maça giremeyenlerin Celal Doğan Tesisleri'ne biletleriyle gelip bilet ücretini geri alabileceğini duyurdu. Düşünün ki o biletlerin neredeyse tamamı çevre illerden yada İstanbul'dan gelen taraftarlar tarafından alınmış ve siz bu biletlerin iadesini Gaziantep'den yapıyorsunuz. Asıl soru ise, biz biletimizi internet üzerinden biletixten almışken iadeyi neden bir biletix gişesinden yapamıyoruz ? Niyet belli, plan belli..

 Gaziantepspor'u muhteşem şark planlarından dolayı kutluyorum. Gaziantep Polisini de bir Türk saldırı silahı olan biber gazını en etkili biçimde üzerimizde kullandığı için tebrik ediyor, gözlerinden öpüyorum..

20 Nisan 2013 Cumartesi

Galatasaray - Elazığspor Notları

1- Hafta içi oynamak gerçekten zor, hele de Arena gibi saçma konumlu bir stadda. Maça gelen bir çok taraftar Burak Yılmaz'ın golünü ancak evlerine döndüklerinde izleyebildi. İstanbul, iş çıkışı, trafik... Şehrin göbeğinde, binlerce ulaşım yoluyla gidilebilen rahat stadları doldurmak marifet değil bu şehirde.


2- Aslında bu notları tek kelimeyle bitirebilirdim: Drogba.

3- Drogba sanki istese tüm pozisyonlarda rahatça golü bulacakmış gibi de haksızlık olmasın, rakibin hevesi kaçmasın diye atmıyormuş gibi.


4- Hakan Balta'nın şansını defalarca zorlayarak Riera'dan sol bek yaratması gibi, Dany de Gökhan Zan'ı ilk onbire monte etmek için uğraşıyor. Takımdaşlık duygusu yüksek olmalı.

5- Gecenin adamlarından biri de Yekta. Son derece karakterli bir oyuncu. Bu sezon nasıl Gökhan Zan ve Sabri, sürekli yedek kalmalarına rağmen şans bulduklarında takır takır oynadılarsa, dün de Yekta öyle oynadı. Çok akıllıydı ve basit futbolun güzelliğini izletti.

6- Yönetim çıksa kombine alan taraftara "arkadaşlar o kombineler Sneijdersiz, Drogbasız takımaydı, 50 - 100 ne varsa çıkın" dese, şu Drogba'yı izleyen herkes düşünmeden verir.

7- Takım yıldızlarla dolup Hamit'in üzerindeki baskı azalınca, o da rahatladı, onu seven bizler de. Maçın ikinci yarısında tek başına şov yaptı adeta.

8- Sekizinci maddeyi maestroya ayırdım, özel olarak. Bu sezon da en çok "formanın arkasına ismi yazdırılacak oyuncu" Selçuk İnan.

9- Sabri Sarıoğlu öyle yürekten oynuyor, öyle can siperane ki, sırf maç başı alsın diye oyuna girmesini istedik, sanki bizim cebimize giriyor. Helal olsun kaptana.

10 - Elazığspor kadro kalitesi olarak ligin en düşüklerinden, farkları hocalarının iyi olması. Yılmaz Vural kimlik getirdi takıma.

11- Köksal Yedek muazzam bir oyuncu, farkını koydu ortaya. Ligde başaltı takımların hepsinde gözü kapalı oynar.Ayrıca fiziği çok kötü olsa da Serdar Gürler'i de çok beğendim. İlk kez canlı izleyebildik bu oyuncuları. Sakat olmasaydı da Adem Alkaşi'yi de izleyebilseydik.

12- Bilica artık yavaş yavaş Rio'ya uçak bileti bakmaya başlasın. Rıdvancığımın tabiriyle, onu gibi 50 tane adamı birinci ligde bulurum. Bi 20 tane de ikinci ligden çıkar zorlasan. Bireysel hataları maçı yarım saatte bitirdi. Yabancı kontenjanının iyice önem kazandığı şu ligde tutunması bence çok çok zor artık.

13- Ümit Davala 75.dakikada Yekta - Aydın değişikliğiyle 4-3-3'e döndü. Sormak istiyorum kendisine, ne gerek vardı? Burak'ı sola hapsetti. O dakikalarda niye sistem değiştirir ki takır takır oynayan takım? Yerleşim esnasında bir gol yesek, panik dakikaları başlayacak. Ümit Hoca'nın bu sezon bulduğu fırsatları iyi değerlendiremediğini düşünüyorum.

14- Aslında başlı başına ayrı bir yazının konusu da Melo. Felipe Melo ikinci yarı kendini buldu. O Beşiktaş maçındaki tükürük vakası nedeniyle dört maç cezayı almasa çok daha erken gösterecekti bunu. O mevkide o tarz bir oyuncu, dünyada bir elin parmaklarını geçmez. Hem çok iyi bir kesici olacaksın, hem savaşacaksın, hem lider ruhlu olacaksınız, hem de muazzam bir tekniğiniz ve hücum gücünüz olacak. Bu saydıklarımın yarınısı yapan Diarralara milyon eurolar dökülüyor dünya futbolunda. Eksisi, herkesin aklında olan ama dile getirmekten çekindiği o soru, "ya bonservisini aldığımızda yine yatmaya başlarsa?" İş o nedenle, sezon öncesi kampının ilk gününe kadar mutlak suretle bitmeli bu transfer, ya da ön liberoya her gelenin Melo'yla kıyaslanmaya başlayacağı yıllara hazırlanmaya başlayalım.

15- Drogbayla başladık, Drogbayla bitirelim. Resital sundu adeta, çok formda. Kadıköy'de büyük işler yapacak. O maçı bu denli rahat bekliyorsak, sayende büyük reis.

Tanrı Adam

 Feyze Hepçilingirler'in harika kitabı 'Tanrıkadın', Ayşe isminde bir kadının verdiği mücadeleyi anlatır. Romanın bir yerinde şu ifade geçer, '..ama kadının tanrısallığından hiç kuşku duymamıştır toprak. Yalnız toprak değil, denizler de gökler de inanmıştır kadına ve tanrısallığına.."

**

  Geç bulup tez yitirmek istemediğimiz Didier Drogba için de sahada aynı şeyleri hisseden, farklı seviyerlerden birçok futbolcu gördü bu gözler, çok kısa bir süre içerisinde. Rakip kim olursa olsun, Real Madrid, Sanica Boru Elazığspor, Schalke 04, Mersin İdmanyurdu vs. saha içindeki herkes o an bir futbol tanrısına karşı futbol oynadığının farkında, o tanrının adı da Didier Drogba..


 35 yaşına rağmen gösterdiği performans, oyunu ve kendi takımını bir teknik direktör gibi yönlendirmesi, hem rakiplere hem kendi takım arkadaşlarına saygısı ile bu tanrısal role bürünüyor Fildişi'li yıldız, sakatlanan Barral'ı hastanede ziyaret etmesi, yanında yere düşen rakiplerinin tamamına ilk eli uzatan oyuncu olması, gol kaçıran takım arkadaşını teselli eden ilk oyuncu olması vs. Bunların tamamı neredeyse o muhteşem performansından daha önemli o tanrısal rol için.

 Ancak 35 yaşındaki mavi filin performansından da bahsetmenin gerekli olduğunu düşünüyorum ben. Hani A takımın as forvetini bir antreman için dinlendirmeyi düşünerek alt yapı antremanına gönderirsin ya, maçın bazı bölümlerinde Drogba izleyenlere tam olarak o hissi veriyor. Kalecinin degajını göğsünde yumuşatıp arkadaşına servis eden 35 yaşındaki bir adamdan bahsediyoruz şu anda..

 Galatasaray'a transfer sürecinde -ben dahil- birçoklarımızın kafasında soru işareti vardı. Stoper ve sol bekte ciddi bir eksiklik gözükürken, forvet hattında Burak, Umut, Elmander varken ve hatta forvet arkasına Sneijder transferi yapılmışken gerçekten Drogba elzem bir ihtiyaç mıdır diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Dün Elazığ maçını izlerken yanımdaki arkadaşlarımla şunu konuştuk, şu an sahada Drogba yerine dünyanın en iyi sol beki olsa (o ismi siz koyun, mesela ben 25 yaşındaki Roberto Carlos gelsin demiştim.) biz onu mu tercih ederdik yoksa Drogba'yı mı ? Sanırım sorunun cevabını hepimiz biliyoruz..

 Dün geceden başka bir sorum da şu. Önümüzdeki yıl bu zamanları düşünün, Drogba 36 olmuş ancak performansında ciddi bir düşüş yok. Kendisiyle tekrar sözleşme imzalar mısınız ? İmzalarsanız kaç yıllık imzalarsınız ?


Hepçilingirler 'Toprak, denizler ve gökler kadının tanrısallığına inanmıştır' demişti harika romanında. Biz de Didier Drogba'yı her izlediğimizde onun tanrısallığına biraz daha inanıyoruz, aynı sahadakilerin de inandığı gibi..


9 Nisan 2013 Salı

Cimbom Başı Dik Yürür !

 Dünya üzerinde herhangi bir takım, Real Madrid'in karşısına 3-0'lık bir dezavantaj ile çıkıyorsa, o takımın işi neredeyse imkansız demektir; bu tabi ki bir realite. Ancak bizim Galatasaray taraftarı olarak bu gece o statta yada televizyon başında yapmamız gereken şey, bu yıl gayet başarılı giden Şampiyonlar Ligi macerası için takımımıza teşekkür etmektir.


 Buradan hep yazıyorum, okuyorsanız (kaç kişi varsa artık :) sıkılmış bile olabilirsiniz aynı şeyleri okumaktan. Galatasaray'ın en önemli hedefi, sürdürülebilir başarı olmalıdır. Her yıl Şampiyonlar Ligi'nde olmak zorundadır Cimbom, her yol o dönen toplar içerisinden çıkıp bir gruba yerleşmelidir. 3. torbalardan daha iyi bir konuma gelmelidir yavaş yavaş, bir noktadan sonra zaten en tepedeki başarıya ulaşacaktır bu süreci yaşarsa, bu işin doğasında var.

 Bu akşam, netice ne olursa olsun Terim'in takımı geçen yılın başında verdiği sözü tutacak, mağlubiyette bile taraftarını gururlandıracak futbol oynayacak ve herkesin başını dik kılacaktır, şu mısralarda da anlatıldığı gibi..

Yollar uzun dikenli taşlı olsa da
Bastığın yer üzüntülerle dolsa da
Sel, çığ, ateş önünde her ne olsa da
Cimbom başı dik yürür !

7 Nisan 2013 Pazar

Çok Basit Bir Soru

Dünkü maç ile ilgili birçok şey konuşabilir, yazılabilir.. Terim'in verdiği tepkiyi, iki yıldır yaşananları, Galatasaray'ın tüm teknik kadrosunun tribüne gönderilmesini, Dany'nin pozisyonunu vs. sabaha kadar tartışabiliriz..

 Ancak benim dikkat çekmek istediğim nokta çok basit bir kural sorgulaması. Saha içerisindeki kurallar hem futbolcular hem teknik kadro için eşit midir ? Evet. Peki bir futbolcu topu hakemi protesto etmek için yere vuruyorsa bunun cezası nedir ? Sarı kart. Peki dün gece Fatih Terim topu yere vurduktan sonra neden sahadan atıldı ? Madem futbolcu ve teknik ekipten bir kişi için aynı kurallar oynanıyor, hoca neden ihraç edildi dün gece ?

 
 Terim, geçen yılın sonunda yapması gereken konuşmayı dün geceki olaylardan sonra yaptı. Kendisinin en büyük hatası, geçen yılki şampiyonluktan sonra o konuşmadan vazgeçmesi oldu. Kümülatif olarak ilerleyen olaylar sonunda da bir patlama yaşadı hoca. Gemileri yakmış Fatih Terim, son altı haftanın da yeni olaylara gebe olacağı çok net artık..

4 Nisan 2013 Perşembe

Galiptir Bu Yolda Mağlup

Maç bittiğinden beri Terim'in 3-5-2 tercihini düşünüyorum. Futbolla haşır neşir çoğu Galatasaraylı gibi Terim'e taparım. Gerek önceki dönemlerinde yaşattığı gurur ve mutluluklar, gerek bugün yaşattıkları, dibe vurmuş bir takımı getirdiği nokta hayatımın en önemli mutlulukları ve gururları arasındadır.



Bilenler bilir hocanın tarzını, rakamlara takılmaz, felsefe koymaya çalışır ortaya. Fakat rakamlar da futbolun gerçeği, nasıl 4-3-3, 4-4-2 ile değiştiğinde şampiyonluk getirmiş, nasıl 4-4-2, 4-3-1-2'ye evrildiğinde Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finalin kapılarını aralamışsa, dün geceki 3-5-2'i de iyi oynayan, ne yaptığını bilen takımı bir anda değiştirdi. 3-5-2 gibi radikal bir geçişin o esnada değil de maç hazırlığında, alternatif varyasyonlardan biri olarak düşünüldüğü kanısındayım. Gerçi hoca keskin geçişleriyle ünlüdür. Fakat dün geceki sorgulanabilir.

Schalke deplasmanında Farfan-Riera eşleşmesi devşirme sol bek açısından kabus olacak korkusunu pek çoklarımız taşıyorduk. Hele Riera'nın önünde sol kanat rolünde kimse olmadığını görünce bu korkumuz artmıştı. Ama o gün sahada topu rakibine vermeyerek Farfan'a ulaşmasını engelleyen, top yapan bir Galatasaray vardı. Kazanacağına inanmış, cesurca pas yapmaktan çekinmeyen, bol göbek oyuncusuyla çok alternatifli pas düzenine sahip modern bir Galatasaray. İşte dün gece de Barnebau'ya ısındıktan, Realle kafa kafaya oynayabileceğini fark ettikten sonra da bu Galatasaray'ı izlemeye başlamıştık. 30-45 arasını Real'den üstün oynamamızın tek nedeni skorun 2-0'a gelmesiyle açıklanamaz. İkinci yarıda da bu özgüvenin ve pas temposunun artacağını, Di Maria'nın da topla daha az buluşmaya başlayacağını ön görüyorduk ki Terim 3'lü savunmaya dönmeyi tercih etti. 4-3-1-2 sisteminde kanatlarda tek oyuncu olduğundan bu beklerin hücuma
çıkması bir zorunluluk. Tabi ki top kaybı olduğunda az adamla yakalanma da bir risk. İlk yarı boyunca, özellikle ikinci bölgede kaptığı toplarla, Real bunu iyi yaptı. Dikine, hızlı oynarak ileride bıraktığı 4 adamını topla çok buluşturdu. Terim öncelikli planı bunu durdurmaktı. Wesley Sneijder'in oldukça kötü bir gününde olması da bu kararda önemli bir etken olsa gerek. Kadro mühendisliği yapılmayan, devre arasında çehresini önemli ölçüde değiştiren Galatasaray'da bir çok oyuncunun direkt alternatifi yok. Böyle olunca da dün akşamki gibi Sneijder çıktığında ya da savunma oyuncuları yetersiz kaldığında sistem değişikliği gerekebiliyor.

Kanımca hoca biraz daha devam edebilirdi. İkinci yarıda, yıllar sonra ilk kez denenen 3-5-2'de orta saha organizasyonumuz çöktü. Pozisyon bulamamamızın başlıca nedeni bu. İyi oynayan takım, 2-0'lık dezavantaja rağmen her geçen dakika kendi güveni gelmeye başlayan takım Sneijder'e bir süre daha sabredebilirdi.
Daha riskli olsa da, 3-0 ile 4-0 arasında çok da fark göremiyorum. Fakat senin atacağın bir golün daha değerli olduğu sahada hücum devam etmemek negatif bir tercih olarak değerlendirilebilir. 2-0 olmuş bir maçta atıp yemek, pozisyon vermemekten daha evla değil midir?

Bu sezon muazzam bir ger dönüş oldu bizim için. İmparator da Avrupa arenasından oldukça uzak kalmıştı. Pasını attı bu sene. Takım da, her ne kadar bireysel olarak tecrübeli oyunculardan kurulu olsa da, deneyimsiz sayılır hala. Bu seviyede oynanan futbol gerçekten çok başka. Özellikle topsuz oyunda hissediyorsunuz bunu. Braga bile parıltıdan uzak kadrosuyla gösterebildi bunu. Galatasaray da gelişiyor. Her yıl buralarda olmalı. Her yıl gruptan çıkmalı. Bu sezon oynanan 6-7 üst düzey maç bu anlamda çok iyi oldu.

Galiptir bu yolda mağlup.

Son Gibi Gözüken Başlangıç

2012 - 2013 sezonu Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final'inde Real Madrid', Galatasaray'la eşleşmeden önceki olası rakiplerine bir göz atarsak,

 Real Madrid - Juventus
 Real Madrid - Barcelona
 Real Madrid - Bayern Münih
 Real Madrid - Malaga
 Real Madrid - Dortmund
 Real Madrid - PSG

 Yukarıdaki eşleşmelerin hangisinde Real Madrid'in rakibi, Madrid'e karşı mutlak favoridir sizce ? Barcelona deseniz, son zamanlardaki Real - Barça eşleşmelerinden yola çıkarak kimin favori olduğunu görebilirsiniz. Bayern deseniz, Real'in ligde havlu atmasının sonucunda oluşan motivasyondan dolayı yine Real'i bir adım önde görmeniz gerekir. Juve, Malaga, Dortmund ve PSG'ye karşı mutlak favorinin Real olduğu da su götürmez bir gerçektir sanırım. İşte bu sebeplerden dünkü maçın doğal favorisi Madrid'di tabi ki, biz ise zoru ümit ettik aslanlardan.

 Benim gibi pollyanna taraftar olmanıza bile gerek yok. 2 yıl önce dibe vurmuş bir Galatasaray'dan bahsederken şu anda Avrupa'nın en büyük liginde son sekiz takımın arasına kalmış bir Galatasaray'dan bahsediyoruz. Hatırlarsınız, 96'dan itibaren Galatasaray bu seviyelere 4-5 senelik bir Şampiyonlar Ligi tecrübesinden sonra gelmişti ekip olarak. O anlata anlata bitiremediğimiz, 2001'deki Real maçı Galatasaray tarihinin en başarılı dönemine denk geliyor dikkat ederseniz.


 Dün maç özelinde de beni gelecek umutlandıran birçok konu vardı. Özellikle ilk yarıda hücumda çok iyi organize olan bir Galatasaray gördük, biraz becerikli ve şanslı olsaydık atacağımız bir golle rakibin dengesini bozabilirdik. İkinci yarıya 3-5-2 denemesiyle başladı Terim. Bu hamleyi ondan başka kimse yapmaya cesaret edemezdi tabi ki, defansif anlamda işe yarar bir sistem olarak gözükse de hücumda ne yazık ki ilk yarıdaki başarımızı ön plana çıkartamadık. Bir de hakemin Real Madrid isminin altında ezildiğini kanıtlarcasına verdiği kararlar eklenince mağlubiyet de kaçınılmaz oldu.

 Dün Madrid'de çatır çatır top oynadı Galatasaray, özellikle de ilk yarıda. 'Abi Ronaldo nasıl ezdi Eboue'yi, Semih'i, adamlar uçuyor resmen !' dediğimiz bir an olduğunu hatırlamıyorum ki tam bu nokta benim en sevindiğim noktadır. Bu seviyelerde tecrübe kazandıkça daha başarılı olacağız, çünkü yetenek olarak rakiple aramızda inanılmaz uçurumlar yok. Kadro derinliğini arttırırsak, örneğin dün kötü oynayan Sneijder'in yerine düşünmeksizin koyabileceğin bir oyuncun olduğu zaman performans daha da artacak.

 Uzun yıllar bu seviyelerde kalmak çok önemli, Şampiyonlar Ligi müziğini her sene Arena'da çınlattığımız sürece, elbet sonunda yarı finaller de göreceğiz, kupayı da kaldıracağız..

 Daha önce aynı liderle, adım adım o seviyelere ulaşmıştık. Şu an aynı lider çok şükür ki yine başımızda ve geçen yıl itibariyle aynı süreç yine başladı, önemli olan şartlar ne olursa olsun aynı yolda kararlılıkla yürümektir...

2 Nisan 2013 Salı

Türk Olmayan Takımları Yenmek

 Çok değil, sadece iki sezon önce bu zamanlar 'kümede kal Galatasaray' tezahuratlarıyla sarı kırmızılı takımın taraftarlarını kızdırmaya çalışan rakipler gördü bu gözler. İki sezon içerisinde devran döndü, kulübün kimyasına en çok uyan insan takımın direksyonuna geçti,  henüz ilk sezonunda takımı şampiyon yaptı, ikinci sezonunda da takımını Avrupa'nın en büyük turnuvasında son sekize soktu. Bunu sadece Terim başarabilirdi, o da gerekeni yaptı..

 Yarınki maçın tekniğinden, taktiğinden falan bahsetmeyeceğim, onu yapması gereken kişiler yapar zaten. Ancak bir haftadır hatta eşleşme belli olduğundan beri uluslararası basının ilgisinin farkındasınızdır umarım. Hadi İspanyol gazeteleri işin içinde Real Madrid var diye sürekli bizden bahsediyor diyelim, fakat Amerika'dan İngiltere'ye, Almanya'da İtalya'ya kadar neredeyse tüm futbol dünyası Galatasaray ile ilgili haberler yapıyor sürekli. Tabi ki bunun sebebi belli, Avrupa'da son sekiz takımdan biri ve en süprizi Galatasaray'dan bahsetmek kadar doğal bir şey yok..


 Tam bu noktada insanın aklına 96-2001 dönemi geliyor. 5 küsür yıl boyunca bu seviyede kalan Galatasaray'ın çehresi tamamiyle değiştirmişti önceki dönemlere göre. Nöşetel sonrasında oynanan yarı final ve sonraki süreç, Galatasaray'ı Avrupa'da en çok tanınan Türk markası haline getirmişti. Sonrasında gelen başarısızlıklar bile Galatasaray'ın Avrupa'daki imajını tamamen silememişti, hala Dünya'nın neresine giderseniz gidin, eğer ki futbolla ilgilenen biriyle karşılaşırsanız, nereli olduğunuzu söyledikten sonra size vereceği ilk tepki 'Galatasaray' olacaktır.

 Yarınki karşılaşma çok önemli. Kişisel olarak Galatasaray'ın uzun zaman sonra Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk sezonunda bu noktaya gelmesini zaten çok büyük bir başarı olarak görüyorum. Tabi ki sahaya kazanmak için çıkacağız, Terim takımları için imkansız diye bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz. Ancak Terim'in de dediği gibi, netice ne olursa olsun, peşinden koşmamız gereken şey 'sürdürülebilir başarı' olmalı. Uzun yıllar bu platformlarda kalmalıyız, Avrupa'sız geçen sezonumuz olmamalı.

 Kurucumuzun da dediği gibi, ilk hedefimiz 'Türk olmayan takımları yenmek !'