22 Aralık 2012 Cumartesi

Sözde Soru Cümleleri


Tarih, 22 Aralık 2012, günlerden Cumartesi. Kış aylarında Cumartesileri çalışmam ama haftaiçi izin kullandığım için bugün ofise gelmek durumundayım. Sabah kahvemi yapıp gazeteyi elime aldığımda gözüme takılan ilk başlık şu oldu :

 'SEN UGANDA DA MI OYNUYORSUN?'

 ' Milliyet'in haberine göre Cristiano Ronaldo, yaptığı hareketten dolayı 12 maç ceza alan Raul Meireles'i arıyor ve telefonda “Arkadaş sen Uganda da mı oynuyorsun? Orası 3. dünya ülkesi mi? Hakeme tükürmediğin görüntülerle sabitken nasıl 12 maç ceza alırsın?” diyor. '

 Milliyet, ülkenin saygın gazetelerinden. Yalan haber yapacak hali yok yani (!) Ronaldo kesinlikle Meireles'i aramış ve bu sözleri sarfetmiştir yani.. Ama eğer bu bir yalan haberse, bunu yazan arkadaşın alnından öpmek istiyorum. Ronaldo cümleye 'arkadaş' diyerek başlıyor. Tam bir Türkçe jargonu değil mi? Yazarın Portekizce'ye hakimiyeti master seviyesinde !

 Haber şöyle devam ediyor;

'...Görüntüleri uzmanlara izletecek olan Meireles haksızlığa uğradığını ispat etmeye çalışacak. Ancak bu durum Türkiye’nin ve ülke futbolununu imajını zedeleme tehlikesini de beraberinde getirecek...'

 Buyrun size medya baskısı. Ülke futbolunun imajı zedelenmesin diye o ceza kalkmalı ! Yoksa 'muhteşem' olan imajımız Allah muhafaza yerle yeksan olabilir.





 Gelin bir de şu açıdan bakalım..

 Ronaldo 'orası 3. Dünya ülkesi mi ?' diye sorarken aslında haklı. Cristiano kardeşim, bu ülkede şike yaptığı tescillenen bir başkana sahip olan futbol kulübü ceza almaz, sahaya yansımamıştır denir, o adam kulüpteki görevine 1 yıllık gözaltından sonra aynen devam eder. O kulüp de hiçbir şey olmamış gibi liglerde top koşturmaya devam eder. Yani bu olayla bizim futbol imajımıza hiçbir şey olmamıştır mesela, ama senin arkadaşın, hakeme herkesin gözü önünde hakaret etti diye ceza alınca bizim ülke imajı yerle bir olur. İnsan içine çıkacak halimiz kalmaz Avrupalarda..

***

 Ünlü bir fıkra vardır hani. Adamın evine hırsız girer, komşuları da adama yüklenir neden önlem almadı diye. Adam da 'arkadaş, -fıkradaki adam C.Ronaldo olmasın?- hırsızın hiç mi suçu yoktu !' der. Bu da aynı hesap. Ortada abartılı bir ceza olsa bile, neden kimse Meireles'i eleştirmez ? Neden Fenerbahçe Kulübü'nden 'Meireles'in yaptıklarından dolayı hakemden özür diliyoruz' açıklaması gelmez ? Şeref tribünlerinde kendilerine edilen ilk hakarette küplere binen yöneticiler, ailesi, çoluğu çocuğu olan hakeme milyonların önünde edilen hakareti neden ciddiye almaz ?

 Hepsi aslında cevabını bildiğimiz 'sözde soru cümleleri' ...

13 Aralık 2012 Perşembe

Liseli


 Son zamanların yeni moda aşağılamasıdır; 'liseli' tabiri. Birinin 'ergen' hareketleri sonucunda 'liseli bu yahu' deniyor bir çok platformda. Bir kimsenin olgun olmayan hareketleri-açıklamaları-konuşmaları üzerine söylenen bir hakaret şekli.

 Halit Kıvanç ustanın İletişim Yayınları'ndan çıkmış 'Futbol ! Bir Aşk...' kitabını okurken bir bölümde aklıma bu 'liseli' tabiri geldi. Bu bölümü sizinle de paylaşmak isterim:



***

... 'Şut' dergisinde 'Olayların Alayı' başlığıyla yazdığım sayfada, her hafta bir de karikatür yer alırdı. Galatasaray Lisesi'ndn bir genç çiziyormuş. Benim yazdığım, onun çizdiği, yazı-karikatür komşuluğu, birbirimizi tanımadan birkaç ay devam etti. Sonra bir gün karşılaştık. Derginin sahibi Hüsnü Yılmaz, 'Halit Bey, bakın çok merak ediyordunuz. Karikatürlerini çok beğendiğinizi söylüyordunuz. İşte sizin sayfa komşunuz.. Yazınızın yanındaki karikatürleri yapan liseli genç' diyerek tanıştırmıştı bizi.. Abdi İpekçi ile.. Büyük Abdi İpekçi ile.. Sevgili arkadaşımla..

***

Siz siz olun, liseli de olsa kimseyi fazla hafife almayın. Onların geleceğin efsanesi olmayacakları ne malum ki..

Not: Yerinde onlarca olimpiyat izlemiş, dünya kupaları görmüş, Pele, Yaşim gibi efsanelerle ahbap, Türk Spor Gazeteciliği ve Televizyonculuğu'nun yaşayan efsanesi Halit Kıvanç'a sonsuz saygılarımla..

12 Aralık 2012 Çarşamba

'Tam 3 Gündür Size Seslenmiyorum, Nedir Bu Haliniz ?'


 Hatırlayanlar başıkta ne anlattığımı iyi bilirler. 99-2000 sezonu, Galatasaray ligde şampiyonluğu ilan etmiş, UEFA Kupası'nda olaylı Leeds maçlarından sonra finale çıkmaya hak kazanmış, arada da Diyarbakır'da oynanacak Antalyaspor kupa finali var. Şaşalı bir şekilde şehre gelen takımı binlerce Diyarbakırlı vatandaş karşılıyor, her futbolcu halk kahramanı muamelesi görüyor. Takım da bu havaya ortak olup ciddiyetsizlikler göstermeye başlıyor. Maç konuşmasının konusu da bu tabi ki. Fatih Terim, takımını fena halde kalaylıyor;

 'Tamam mısın Ciga? Şimdi beni iyi dinleyin, sen de iyi çevir. Maça çıkıyoruz, kupa finaline, nedir bu haliniz ? Tam 3 gündür size seslenmiyorum, bizim işimiz top oynamak ! O bakan, öbürü milletvekili; onların işi şov, bizim işimiz top oynamak ! Büyük takımlara, büyük ünvan sahiplerine yakışan, her takımı ciddiye almaktır ! En az Leeds maçı kadar, Arsenal maçı kadar koşmaktır ! Göreyim benim takımımı, Allah yardımcınız olsun ! '



 Dün devre arasında olası benzer bir konuşmanın etkilerini bekledim 2. yarının başında. Ancak Galatasaray 2. golü yiyene kadar maçı ciddiye almadı, resmen 'elenelim de kurtulalım gruplardan' der gibi bir top oynadı. Maç sonunda 'futbolcularım maç seçiyor' dememesi iyi oldu Terim'in, çünkü konsantrasyon açısından kendisi de 1461 Trabzon'u maçtan saymamıştı belli ki.

 Dünkü kadroda orjinal sadece 2 forvet vardı, Umut ile Burak kadroda değillerdi. Sercan Yıldırım sakatlandığında kenardan gelecek orjinal bir forvetin olmaması enteresan bir durumdu. Terim belli ki maçı erken koparıp skora gideceklerinden çok emindi.

 Bir diğer handikap ise, 1461 Trabzon'un hiç izlenmediğinin çok açık olduğuydu. Biz bile sadece futbolla haşır neşir olan insanlar olarak Trabzon'un hızlı adamları ile sonuca gittiğini biliyoruz. Bu sebepten bu maç için Gökhan Zan'ın yanına Dany yada Semih tercihi kesinlikle doğru tercih olurdu. İlla ki rotasyon yapacaksa Terim, Zan'ın yanına, Denizlispor'da stoper oynamış olan ve şu aralar Galatasaray'da son günlerini geçiren Çağlar Birinci'yi koyarak oyuncu için de yeni bir başlangıç yapabilirdi.

 Kısacası, hem teknik ekip hem de futbolcuların içinde olmak istemediği aşikar olan bir organizasyondan elendi Galatasaray. Terim'in maç sonrası söylediği gibi, bu maçın etkileyeceği devre arası transfer sezonunu da merakla bekliyoruz.

 Bitirmeden önce özel bir parantezi, 1461 Trabzonspor forması giyen, 91 doğumlu Yusuf için açmak isterim. Süper Lig'de hatta orjinal Trabzonspor'da rahatlıkla oynayabilecek çok yetenekli genç bir kardeşimiz kendisi. Galatasaray'ın sağ tarafını birçok kez rahatlıkla geçerken, aynı zamanda o bölgeden oyunu da kurdu. Doğru ellerde yetişmesi (ki geç bile kalınmış) durumunda Türk Futbolu çok sağlam bir sol açık kazanabilir..

6 Aralık 2012 Perşembe

Terim'in Devre Arası Çıkan Kravatı


 Maçta dakika 56'yı gösterdiğinde manzara fena halde karanlıktı. Cluj, Old Trafford'da 1-0 öne geçmiş, Portekiz'de Galatasaray 1-0 mağlup durumdaydı. Galatasaray'ın o dakikaya kadar hiçbir şey üretememesi de cabasıydı. Enseyi karartan bu tabloyu yerle bir eden faktör, 2011-2012 sezonunun başında Fatih Terim'in taraftarlara söz verdiği takım şablonunda gizliydi: ' Savaşan, coşkulu bir takım !'

 Maçı hemen hemen herkes izlemiştir, en azından bu satırları okuyanlarınız. Maçı tekrar tekrar anlatmanın manası yok bu yüzden, ancak kıyıda köşede kalan ve benim dikkatimi çeken birkaç ayrıntıyı sizle de paylaşmak isterim.

 Eboue'yi 'Maç seçiyor ağbi, adam Şampiyonlar Ligi'nde ve derbilerde bir başka' diye eleştiren ben, benzer bir eleştiriyi Fatih Terim'e de getirebilirim sanırım. Hocanın 6 Şampiyonlar Ligi maçındaki şıklığı adeta göz kamaştırıyor ! Ancak ilk devre boynunda olan şık İtalyan kravatının yerinde ikinci devrede yeller esiyordu. Artık devre arasında soyunma odasında neler yaşandıysa, o kravat çıkmış, ilk düğmeler açılmış durumdaydı.

 Burak Yılmaz'ın 1-1'i getiren golünden sonra hocasına koşup sarılması ve bunu yaparken 'Aslan hocam benim !' demesi, zaten bu takımın o kötü futbola rağmen Portekiz'den nasıl galibiyet çıkarttığını gözler önüne seriyor. Terim takımlarının genlerinde olan şeydir bu, birbiri için savaşa gidecek bir arkadaş grubu yaratmak !




 Bu sabah metroda seyahat ederken ortaokul-lise yıllarım aklıma geldi. Avrupa zaferlerinden sonra okula tüm Galatasaraylılar olarak sarı kırmızı atkılarla giderdik, rakiplerimizi hasetinden çatlatmak için. Bugün metrodaki yolcuların yarısında sarı kırmızı atkılar vardı. Bugünlerin moda deyişinde de geçtiği gibi; '.. ve sonra dedim ki, iyi ki Galatasaraylıyım...'

 Mutsuz bir sonla bitirmek istemezdim ama, şeytanın avukatlığını yapmak, kötü polisi oynamak da lazım bence. Çuvaldızı en başta kendimize batırarak. Şimdi şu senaryoyu bir düşünün, Portekiz yerine Türk Telekom Arena'dayız, ilk yarı golü yedik ve dakika 56'da Cluj 1-0 öne geçti. O noktada, o taraftarın tepkisi nasıl olurdu ? O tepkilerden sonra biz o maçı 2-1'e getirebilir miydik ?

 Sanırım, ne yazık ki bu sorunu cevabını hepimiz biliyoruz...

 Neyse, yıllar sonra yeniden Top 16'dayız, yürüyedur Galatasaray !

3 Aralık 2012 Pazartesi

Şezlong Taraftarına Saygı Duruşu


 Hıncal Uluç'un başını çektiği, stadyuma gitmeden maçı yorumlayan kişilere verilen payedir 'Şezlong Taraftarı' olgusu. Kendileri, aksiyonun ortasında olmadan yorum yaptıklarından çokça eleştirilirler, hatta hakarete uğrarlar. Ancak, şezlong taraftarının stadyumu terketme sebeplerini kimse sorgulamaz, o artık tribüne gidecek kadar yürekli değildir yada tribüne gidenleri cahil sayalar. Ancak asıl sebeplerini ben bu sezon Türk Telekon Arena'da gözlemlediklerimle anlamaya başladım.

 Sezon başından beri inanılmaz bir erozyon var TT Arena tribünlerinde. Hiçbir şeyden memnun olmayan, beklentileri inanılmaz yüksek olan, tahammül sınırları çok düşük olan, kendi futbolcusuna çok rahat hakaret edebilen bir taraftar topluluğundan bahsediyorum.

 Son maçta, kötü bir performans göstermemesine rağmen (ki kötü olsa dahi hiçbir futbolcu ıslıklanmayı haketmez) ıslıklanan Hamit Altıntop'un o anki ruh halini cidden merak ediyorum. Büyük beklentilerle Galatasaray'a gelmiş olan Altıntop'un, ligin ilk yarısında Şampiyonlar Ligi maçları haricinde beklentileri karşılayamadığı bir gerçek, ancak bir sene doğru düzgün resmi maça çıkmayan bir oyuncuya kendi taraftarı sahip çıkmazsa kim sahip çıkacak acaba ?

 
 Bir başka tepki toplayan oyuncu da Emre Çolak. Hani şu Galatasaray taraftarının her daim gurur duyduğu, kendilerini farklı kıldığını düşündüğü altyapıdan gelmiş bir oyuncu. Emre halen üstüne koymaya çalışıyor, çabalıyor, kovalıyor, basıyor. Futbol zekasının çok üst düzey olduğunu şu an için söyleyemeyiz ancak alt yapıdan bu değerde bir oyuncu çıkartmışken ona sahip çıkmamak nedendir, bunu anlamak çok zor. Başka bir noktadan ele alırsak olayı, Emre Çolak, şu an bir Anadolu takımında top koşturuyor olsaydı, Galatasaray kendisine talip olmaz mıydı ? Kendisini almaya kalksaydı Galatasaray, sizce ne kadar bonservis bedeli ödemek zorunda kalırdı ?


 Bir de tribünlerin fenomeni Sabri olayı var tabi ki. Bu noktada benim de tribünlere tahammülüm olmuyor genelde. Bir taraftar, kaptanı ile her platformda neden dalga geçer ? Ayrıca bu futbolcu, bize ne yapmış ? Topu ısıracak kadar mücadele etmemiş mi ? Neymiş, orta yapamıyormuş, kendisinin jeneriklik en az on tane golünü bir çırpıda sayabiliriz ki şu an sahadaki görevi gol atmak da değil. Bir kaptan düşünün ki, son bir buçuk senedir doğru düzgün kadroya giremezken halen takımını deli gibi sahipleniyor. Ancak TT Arena'da Sabri oyuna girerken, gülüşmelerden, hafife almalardan geçilmiyor..




Seni anlıyorum şezlong taraftarı, sana saygı duyuyorum ve çok yakında senin yanına geliyorum..

26 Kasım 2012 Pazartesi

Taraftar

"Futbol taraftarı olmak hakkında kesin olarak bildiğim tek şey; tam aksi gibi görünüyor olsa da, aslına bir başkasının sevincini yaşıyor olmadığınızdır. Seyretmektense oynamayı tercih edeceğini söyleyenler esas noktayı kaçırıyorlar. Futbol seyretmenin bizzat kendisi bir edim haline gelmektedir. Elbette maç izlemenin, izlerken sigaraları ardına yakmanın, maç bitiminde patates kızartması yiyip zilzurna sarhoş olmanın, size en az sahada bir ileri bir geri koşmak kadar Jane Fonda fiziği katacak bir jimnastik biçimi olduğunu söylemiyorum. Ama bir zafer yaşandığı zaman, o zaferin keyfi, oyunculardan tribünün en üst sırasına ulaşana kadar soluklaşan, eksilen bir şey değildir. Her ne kadar golü atmanın, basamakları ağır ağır çıkarak Prenses Diana'nın elinden kupayı almanın keyfini asıl yaşayanlar onlar olsa da, taraftarların yaşadığı zevk takımın aldığı zevkin sulandırılmış bir çeşitlemesine indirgenemez. Zafer durumlarında yaşadığımız coşku, "başka birinin" şanslı anının kutlanması değil, kendi talihimizin kutlanmasıdır ve sonuç olarak beklenmedik bir yenilgi aldığımızda bizi çevreleyen kader, samimi bir kendine acıma duygusudur. Futbolun nasıl yaşandığını anlamak isteyen herkes, her şeyden önce bunu anlamalıdır. Futbolcular yalnızca bizim temsilcimizdir. Bizim tarafımızdan oy verilerek belirlenmemiş, üstüne üstlük teknik direktör tarafından seçilmiş olmalarına rağmen bizim temsilcilerimizdir. Eğer sahaya dikkatlice bakarsanız, onların birlikte yüzdükleri ve suyunu bizim taşıdığımız göletleri, oyuncak ördekler gibi sırtlarındaki burguları görebilirsiniz. Kulüp benim ne kadar parçamsa, ben de kulübün o kadar parçasıyımdır. Ama bunları söylerken, kulübün beni sömürdüğünün, görüşlerime kulak asmadığının, beni adam yerine koymadığının farkındayım ve bu kanaatim profesyonel futbolda işlerin nasıl yürüdüğüne dair saf bir bilgisizlikten kaynaklanmıyor. Wembley'deki bu zafer her anıyla, en az Charlie Nicholas ile George Graham'a ait olduğu kadar bana da aittir (bir sonraki sezonun başında Graham tarafından gözden çıkarılıp gönderilen Charlie de Wembley zaferini benim kadar sevgiyle anıyor mu, bundan da emin değilim üstelik). Bu zaferin her saniyesinde en az onlarınki kadar benim de alınterim var. Benimle onlar arasındaki tek fark, benim bu işe çok daha fazla saat, yıl, onyıl ayırmış olmamdır. Bu yüzden o zaferin değerini daha iyi anlayabilir, zaferimizi her hatırladığımda güneşin neden parlamaya başladığını yürekten hissedebilirim."
Fever Pitch (Futbol Ateşi) / Nick Hornby kitabından alıntıdır. Bu gibi duygular biz "geçmişi yıllardan giderek değil, sezonlardan giderek" hatırlayanlarda barınır.

Bu Yaşta 180 Derece Dönebilmek

 Bazı insanlar şartlar ne olursa olsun fikirlerinden asla dönmezler. O fikirleri, canları söz konusu olsa bile, savunurlar. Bu tarz insanlar yaşları ilerledikçe daha da cesur olmaya başlarlar. Bu durumun sebebi artık bu insanların kaybedecek şeylerinin gitgide azalması durumdur.

 Bu üstteki örnek insanların tam tersi, etrafımızda gördüğümüz insanların yüzde seksenini falan oluşturuyordur diye tahmin ediyorum. Bu insanlardan bir tanesi, artık belgeli olarak kanıtlayabilildiğimiz üzere, Bilal Meşe'dir. Buyrun elimizdekilere bir bakalım..

 
Milliyet'in patronu henüz Demirören Grubu değil, bakın Meşe, dönemin Beşiktaş Yönetimi için neler demiş ;

' Yöneticilik kararlılıktır, sözünün arkasında durmaktır. Maalesef bu unsurların hiçbiri Beşiktaş’ta yok! Son yıllarda, kamuoyunda da müthiş bir prestij erozyonuna uğradı Kartal...
“Beşiktaşlılık ayrıcalıktır” sözünün yerinde yeller esiyor! Yazık, hem de çok yazık!'


http://cadde.milliyet.com.tr/1900/01/01/YazarDetay/1249479/Kimi_kandiriyorsunuz_

***

Bilal Meşe'nin, 26 Kasım 2012 tarihinde, Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan Demirören Röportajı bakın nasıl başlıyor:

' Türk Futbolunun ‘1’ numarası, federasyon başkanı Yıldırım Demirören ile Türkiye’den binlerce kilometre uzaklıkta, Brezilya’nın Rio de Jenairo kentinde bir buluşma... Kulüp başkanlığının ardından gelen Kulüpler Birliği Vakfı Başkanlığı ve sonunda Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı... Öyle tepeden inme gelen bir görev değil... Hepsinde tecrübe kazanmış, basamakları adım adım çıkmış bir şahsiyet... Üstelik, medyanın içerisinde olmasına rağmen medyayı eleştirebilecek kadar da alçakgönüllü...'

http://m2.milliyet.com.tr/News/NewsArticle.aspx?ID=1632482

 Demirören'in Beşiktaş'a bıraktığı enkaz ortada, Türkiye'deki futbolun 3 Temmuz süreciyle nerelere geldiği belli, ancak Sayın Meşe, sırf işini gücünü kaybetmemek için böyle bir 'yıkama, yağlama'dan sonra röportaja başlıyor. Sahi Sayın Meşe, Milliyet'deki işinizi kaybetmek sizi bu kadar mı korkutuyor ?

 ***

Aynı röportajda geçen kısa bir bölümü de aktarmak istiyorum;

'2020 Avrupa Şampiyonası’nı alacağımıza inanıyorum. Bu işte sonuna kadar varız. Türkiye’nin hakkı olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki Türkiye, Olimpiyatları da, Avrupa Şampiyonası’nı da aynı anda yapacak kapasiteye fazlasıyla sahiptir. Olmaz diye bir şey yok. Bu ilk olabilir.'

 Şimdi düşünün, TFF Başkanı Olimpiyatların bir şehirde düzenlenen bir organizasyon olduğunu, ancak Avrupa Futbol Şampiyonası'nın tüm ülkede düzenlenebileceğini, buna rağmen ülkenin en önemli 3 stadyumunun İstanbul'da olduğunu, hem Olimpiyat Komitesi'nin hem de UEFA'nın bu ikircikli durumdan rahatsız olduğunu bilmiyor, bilse de sırf tribünlere oynamak için net bir şekilde saçmalıyor..

 

 Bu örneklerden sonra en çok üzüldüğüm kesim, İletişim Fakülteleri'nden mezun, yabancı diller bilip sporla haşır neşir olan ve bu sektörde bir yerlere gelmek isteyen arkadaşlarım.. Bakın köşeler nasıl aşağalık adamlar tarafından tutulmuş..

19 Kasım 2012 Pazartesi

Bahis


Bir süre amatör futbol oynadım. 20 küsur yıldır deli gibi takip ederim futbolu. Tuttuğum takımın kombinesine sahibim. Yeri geldi deplasmana da gittim. Salt futbol konuştuğum bir dolu arkadaşım var. Her hafta düzenli halı saham var. Anla yani hayvan gibi takip ediyorum futbolu. Tabi ki böyle olunca iddiasıydı, bilyoneriydi, yabancı sitesiydi bahis de hayatımın oldukça içinde. Şimdi arkadaş, ben bunu niye beceremiyorum?

Yıllarca tek maçtan yatmalara doymadım. Sonra sisteme döndüm, bu kez iki maçtan yattım. Tuttuğum takıma ben oynadım onlar yenildi, onlar yenildi ben oynadım, tövbe ettim en sonunda.

Neyse böyle böyle geçen hafta yakın bir arkadaşımdan öğrendiğim kesin kazandıran formüle kapılıp gene yatırdım para. Tabi ki ne olmazları oldurdum, ne maçları çevirdim, hep yattım hep kaybettim ve yine hesaptaki paranın sonu geldi.

Dedim ki sonra paramı, son bir gayret, sakin sakin çoğaltayım; bastım Levante-Real madrid maçına 2'yi. Düşün bak 1.32 orana tamah ediyorum özgüvensizlikten. Maçta dk 8, açtım Ntvspor'u ve spikerin adeta bana hitaben solosu başladı:
- Mourinho'nun İspanya'da kazanamadığı tek stad burası sayın seyirciler! flaş!
- Cristiano Ronaldo'nun İspanya La Liga'da gol atamadığı yalnızca iki stad var ve biri burası sayın seyirciler! flaş!
- Galatasaray-Cluj maçındaki yağmur burada yaz yağmuru kalır sayın seyirciler, öyle hayvani yağıyor! flaş!
- Cristiano Ronaldo'nun kaşı açıldı ve tek gözü görmeden oynuyor sayın seyirciler! flaş!

Utanmasa yıldırım düşecek sahaya. Sırf ben oynadım diye. Ayıptır ya! Neyse kaza bela Real Madrid 2-1 alıyor maçı, para devam ediyor.

Ertesi gün akıllılık yapıyorum, canlı bahis oynuyorum parayı ikiye bölerek. Rusya 2.ligine alayım sizi.
Lig 2.si Ural kendi sahasında ligin zayıf ekibi Spartak Nalchikle karşılaşıyor ve Nalchik 9 kişi kalmış; basıyorum Ural'a. O Nalchik etten duvar örüyor, "Spartak geçilmez"i oynuyor adeta, direkler, çizgiden çıkanlar derken Ural 20 dakikasını rakip ceza sahasında oynadığı maçta golü atamıyor ve yarısı gidiyor paranın.

Diğer yarısını ise Shinnik deplasmanında 70.dk'da 2-0 önde olan Torpedo'ya basıyorum. Hikayenin sonu son derece tahmin edilebilir değil mi? Shinnik tarih yazmaya başlıyor ben oynar oynamaz, çeviriyor maçı, 3-2 alıyor 20 dakikada.

Uzaklara bakıyorum. Artık kabul ediyorum, Ben bu oyunu beceremiyorum.

16 Kasım 2012 Cuma

Sıklet Farkı



Biz küçükken, altyapıda oynarken haftada bir gün çift kale yapardık. 12-13 yaşlarındaydık o zaman. O çift kalelerde, takımın hocası olan çalıştırıcımız, ortada dikilip konuşup dururdu. Bazen top yakınlarından geçerken dayanamaz alır ayağına, bize öğretir gibi yapıp, "işte böyle, işte bu, al ver al ver" diyip bir kaç kişiyi geçer, bir iki ver kaç yapar, en son gollük bir pas bırakırdı. Sonra da "bu yani yapacağınız" derdi. Bir Allahın kulu da, "hoca senle biz bir miyiz, sen bizim iki katımızsın" demezdi haliyle.

İşte tam olarak bunları hatırlıyorum Fernandes'i izlerken. Teşbihte hata olmazmış.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Karanlıkların İçinden Doğan Gün


 Gece bilet kuyruğunda beklemeler, deplasman otobüsleri, zar zor aldığımız formaların arkasına annelerimizin elleriyle diktikleri numaralar, sopalı bayraklar vs..

 Dün gece Galatasaray-Cluj maçının 25. dakikası civarlarında Hamit'in yaptığı orta yerini bulmadı ve hemen arkamdaki taraftar (!) Hamit'e okkalı bir küfür salladı. Tribünün genel reaksyonu da bu şekildeydi. O an dayanamadım ve kendisine söylenmeye başladım. Kendisini savunmaya çalışan bu büyük taraftar, sonunda olayı müthiş bir yere bağladı:

- Kardeşim, ben para verip maça geliyorum, istediğimi yapar, istediğimi söylerim !

 O an aklıma ilk gelenler, yazının girişinde yazdıklarım oldu aslında. 'Endüstriyel futbol' bize rahat koltuklar, konforlu statlar (zemini hiç karıştırmayın ama) görkemli açılışlar hatta kaliteli futbol vaadediyordu. Ancak aynı düzen 'müşteri seyirci'sini yarattığı için, arkamdaki 'müşteri' parası karşılığında aldığı hizmetten memnun değildi. Ikea'dan aldığı sehpanın istediği gibi çıkmamasına da sövebilirdi, Hamit'in yerini bulmayan ortasına da. Müşteri memnuniyeti, konfeksyoncuda da, restoranda da stadyumda da esastı.

 Benzer tepkiler oldu tüm maç, ne Terim'in hocalığı kaldı, ne Dany'nin beyinsizliği ne de Sabri'nin aptallığı (bu Sabri mevzusu zaten başka bir yazıda ele alınmalı). Enseyi iyice karartmıştım, gelen gol bile keyfimi yerine getiremedi. Ta ki maç bittikten sonra metroya binene kadar.


 
 
 Ortaokuldan arkadaşım, yeşil sahada rakibim, bu blogdaki kalem arkadaşım ve çiçeği burnunda ev arkadaşım Kamil'în tüm (haklı) sızlanmalarına rağmen maça ilk girip son çıkan tayfadandık. Metrodaki kalabalık sebebiyle yeni gelen metroya binmeye karar verdik. Ortalık iyice sakinlemişken, yanımıza 60'larında bir bey geldi. Sohbete başladık kendisiyle. Kadıköy'deki evinden, komşusu Cemil Turan'dan, şike operasyonundan, Galatasaray'ın durumundan bahsediyorduk ve sohbetin tadına doyum olmuyordu. Metro geldi, beyefendi arkasına döndü ve yine 60'larında bir hanıma seslendi. Hep beraber metroya bindik, sohbete beyefendinin eşi de katıldı. Hanımefendinin yorumları, futbol bilgisi (Ümit Özat'a selam olsun!) hepimizi çok etkilemişti. Her maça geldiklerini ve yıllardır sadık taraftar olduklarını belirttiler.  Beyefendi eşine ' Mecidiyeköy'den  metrobüsle mi geçelim yoksa Taksim'den taksiyle mi?' dedi. Her maça ta Kadıköy'den gelen 60'larında bir çift düşünün..

 Bizi en çok etkileyen durum ise, hanımefendinin Emre Belözoğlu ile ilgili yaptığı bir yorumda saklıydı:

 ' Bize böyle ihanet eden bir oyuncunun 2000 UEFA Kupası'nı kazanan takımın posterinde ne işi var ? Geçen Perşembe Rumen takımıyla oynadığımız hazırlık maçında Florya'da gördüm posteri, adam hala orda ! Olacak iş değil ! '

 60'larında bir hanımefendi, öyle sağlam bir taraftar ki, Kadıköy'deki evinden çıkıp, Florya'daki sıkıcı geçmesi muhtemel bir hazırlık maçına gidiyor, statta hemen arkamda Hamit'e söven adam da muhtemelen Dünya'nın en sağlam taraftarı olduğunu iddia ediyor..

 Allah hepimize böyle bir eş nasip etsin..

8 Temmuz 2012 Pazar

Murray'nin Suçu Ne ?

 2012 Wimbledon tek erkekler finali, pembe dizi tadında bir finale sahne oldu. Bir tarafta üç yıllık aradan sonra zirveye oynayan Federer, diğer tarafta kendi evinde kazanmayı çok isteyen Murray.

 Maç ayrıntılarına geçmeden önce, Murray'ye olan sempatimi açıklamak istiyorum. O kadar bahtsız bir kardeşimiz ki kendisi, Judy Murray gibi kontrol delisi, hırslı ve psikopat bir anneyle Ivan Lendl gibi tenisin gelmiş geçmiş en dominant  isimlerinden birinin hocalığı arasında sıkışmış durumda. Bu birliktelikten nasıl bir kariyer çıkacak, hep birlikte göreceğiz ancak 2012 Wimbledon'da bir peri masalı hikayesi yazmış olduğu kesin Britanyalı yeteneğin.

 Fedex'in kariyerinin en özel anlarından biriydi bu şampiyonluk. 7. kez Wimbledon'ı kazanarak Pete Sampras'ın rekorunu egale etti ve uzun bir süre sonra tekrar bir numaraya yerleşti.



Wimbledon, tarihine yakışır bir finale sahne oldu, darısı Olimpiyatların başına...

5 Temmuz 2012 Perşembe

Triple Double !

  2012 Avrupa Şampiyonası'nın başladığı gün sokaktan 100 kişi çevirseydik ve onlara ' İspanya şampiyon olur mu?' diye sorsaydık, 96'sı 'olur' diye yanıtlardı diye tahmin ediyorum. Ancak yarı final maçlarından sonra bu yüzdenin yarı yarıya düştüğünden de adım gibi eminim. Final maçına kadar tiki taka'ları ile tüm Dünya'yı çıldırtan İspanya, finaldeki muhteşem oyunu ile şampiyonada finale gelene kadar oynadığı 5 maçın final maçına hazırlık olduğunu cümle aleme gösterdi. Buyrun şampiyonanın 'en'lerine beraber bakalım:



En İyi Takım: İspanya

 Son üç büyük turnuvanın şampiyonu İspanya, tarihin gelmiş geçmiş en iyi takımı olduğunu gösterdi. Turnuva başında Barçalı ve Real Madrid'li oyuncuların yaşadıkları ufak sorunlar çabuk halloldu ve final maçındaki harkulade performansla tarihe geçtiler.

Turnuvanın Süprizi: İtalya

 Tüm otoriteler İspanya-Almanya finali beklerken, onlar yarı finalde Almanya'yı geçtiler ve finale geldiler. O tahminci otoritelerin bile kadrosunu ezbere sayamadığı İtalya, Prandelli önderliğinde harika bir iş çıkardı.

 Turnuvanın Hayal Kırıklığı: Hollanda

 İç çekişmeleri, kötü hoca yönetimi ile ölüm grubunu puansız kapatıp evlerine erken döndüler. Çanlar portakalar için brütel şekilde çalıyor !

Turnuvanın Centilmeni:  Iker Cassilas

 Finalin uzatma dakikalarında, asistan hakeme 'rakibe saygı, maçı bitirin' diyen İspanyol centilmeni Iker'e on numara beş yıldız verdik Bandiera's Blog olarak.

Turnuvanın En Güzel Golü:  Zlatan Ibrahimovic , vs. Fransa

http://www.youtube.com/watch?v=3ckNKehCoOU




Turnuvanın En İyi 11'i:

   Buffon

  Lahm
  Hummels
  Pique
  Coentrao

  Silva
  Pirlo
  Veloso
  Iniesta
  Ronaldo

 M. Gomez
   

O Maç: Trabzonspor 2 - Galatasaray 4


Yeniden dirilişin en önemli maçlarından biri. Bu maçı alamasak belki de şampiyon olamayacaktık.

İzleyemedim doğru dürüst bu sezonu, bu maç da onlardan biri. Nöbetteydim ilk yarı boyunca, vatan borcu diyorlar adına. Aklım fikrim hep maçta. Allahım diyorum, n'olur alalım şu maçı, başıma gelebilecek her türlü belaya razıyım. Bir nevi pazarlık. Nöbette çarpılayım komutana eğer 1-0 olsun bizim olacaksa. Neyse bitiyor nöbet. Eğer koşarak gidersem yayının olduğu yere 15 dkda oradayım, son 25 dkya yetişirim. Eğitimde 3000 m koşamayan vücudum için söz konusu Galatasaraysa gerisi yine teferruat oluyor. Postallarla, kamufalajla koyuyorum deparı. Nefesim kesilirken totem yapıyorum, eğer durursan alamayız bu maçı. Soluk soluğa içerdeyim sonunda, ekrana bakamadan son bir nefes alıyorum, Allahım diyorum nolur, 0-1 yazsın orada. 37 ekran tvye 5m uzaktan zar zor yer buluyorum. Skora bakıyorum inanamıyorum, 0-3 gibi geliyor. İnternet çağında o an oynanan bir maçtan bu kadar bihaber olmak enteresan geliyor size biliyorum ama renkdaşlarımın 3 defa kutlama yaptıkları dakikaları ben 1-0 için dua ederek geçirmiştim. Neyse, emin olamıyorum önce. Yeşilli kamuflajların arasında sarı kırmızı formalı birini görüyorum. tamam bizden bu. Kardeşim diyorum 3-0 mı, gözüm kesmiyor doğru mu? Anında anlıyor Galatasaraylı olduğumu, hangimiz anlamayız ki ilk anda Fenerliyi, Galatasaraylıyı? Öyle diyor kardeşim, 3-0 öndeyiz, özet geçiyor 2 Necati 1 Selçuk. Derken Colman 3-1 yapıyor. Hay amk diyorum ayağım uğursuzsa çıkayım, önemli değil. Cevap kara oğlandan geliyor. Sağdan yardıyor Eboue ve gol : 1-4.

İnsan kendini dinleyebildiğinde hislerine daha çok güveniyor. O an anlıyorum ki şampiyonluk geldi. 4-2 kazandık o gün. Daha Kadıköy'e çıkmamıştık. O gün emin oldum, yolun sonu şampiyonluktu.

30 Haziran 2012 Cumartesi

Kimdi Giden, Kimdi Kalan ?

'Geç gelen bir yazı bu, uzun süredir depolanmış şekilde bekliyor. Yazar, bu mevzu yüzünden kendini ancak toparlayabildiğinden, yazıyı ancak kaleme alabiliyor.. '


 14 Mayis 2012, Galatasaray.org'da tüm sarı kırmızılıları sevindiren bir haber yayınlandığında saatler 14:30'u gösteriyordu..

  ' Galatasaray Medical Park antrenörü Oktay Mahmuti ile varolan kontratımız 2+2 olarak yenilenmiştir.'

 Beklenen hatta geçikmiş bir karardı, rüya gibi devam eden sezonun sondan bir önceki düzlüğündeydi Galatasaray, ancak başarısızlıkta dahi takımını alkışlayan taraftar, zaten her şeyi anlatıyordu. Takım kaybetse bile, Galatasaray ruhunu sahaya yansıtıyor, adeta 'sahadaki biz' oluveriyordu. Harika bir kimyası vardı takım-taraftar ikilisinin. İçeride oynanan CSKA maçında, kulakları sağır eden 'Gençlik Marşı' hala kulaklarımdadır, o ruh o maçı getirmişti.


  14 Mayıs 2012 saat 14:30'dan sonra her şey değişti, takım Beşiktaş Milangaz'a yarı finalde elendi. Oktay Mahmuti'nin sözleşmesi 'evrak eksikliği'nden dolayı imzalanamadı. Bir hafta bekletildi Mahmuti. Bu beklemenin sonunda da kendisine 'beraber çalışmama' kararı tebliğ edildi..

 Belki önümüzdeki sene Galatasaray Basketbol Takımı sezonu 3 kupayla kapatacak, belki muhteşem oyuncular izleyeceğiz Abdi İpekçi'de. Ancak kişisel görüşüm, geçen yılki ortamı hiçbir zaman yakalayamayacağımız.. Oktay Mahmuti görevinden ayrıldı. Ancak Mungan'ın da dizelerinde dediği gibi:

' Kimdi giden, kimdi kalan
Aslında giden değil kalandır terkeden
Giden de
Bu yüzden gitmiştir zaten... '

29 Mayıs 2012 Salı

'Seni Evinden Aldırıyorum Matmazel ! '

 Eski filmlerde duyup da güldüğüm birçok klişe var; mesela ' Hamdi'ye söyle, hemen arabayı hazırlasın; İzmir'e gidiyoruz' diyen adam bana fena halde komik gelmekte. Arabanın nesini hazırlayacak Yaver Hamdi ? Bu araba hazır değil mi zaten ? Jant kapaklarını falan mı yerleştiriyor o arada zavallım Hamdi ?

 Bir diğer klişe de, ' Hemen bir otomobil gönderip, seni evden aldırıyorum, buralara kadar yorulma Matmazel. ' dir mesela. Karşı taraf bir incelik gösterip,  arkadaşı buluşma noktasına toplu taşıma ile gelmesin diye, arabasını gönderir ve o kişiyi aldırır. Ne büyük bir kibarlıktır bu !

 Dünden beri ülke spor gündeminin manşeti de 'matmazel'i evden aldırmak isteyen, milli takımımızın büyük yıldızlarından (!) kaleci Volkan Demirel ile ilgili. Mevzuyu anlatmaya gerek yok, malum görüntüleri zaten görmüşsünüzdür. Ancak görüntülerdeki bazı ayrıntılar, değme komedi filmlerinde dahi görülebilecek cinsten değil gerçekten de.

 Öncelikle, mesleğinde duayen olan, foto muhabir Vedat Danacı'nın üzerine 'insanca' saldıran V.D. bundan birkaç dakika sonra ağzından salyalar saçarak Danacı'ya insanlık dersi veriyor. 'Hayvanlığa gerek yok' diyor kendisi, fena ironik oluyor tabi, seyirci kahkahalara boğuluyor !

 Sosyal mesajlar vermeye devam eden V.D. bir süre sonra insani yönlerini daha da ortaya koyuyor ve Vedat Danacı ile bir görüşme talep ediyor, 'seni evden aldıracağım oğlum' diyor, 'oğlum'u da samimiyetten söylüyor, 'sen yorulma Vedat Abi, ben seni evden aldırırım ' demek istiyor aslında, sizin gibi öküzün altında buzağa arayan terbiyesizler de olayı nerelere çekiyor.. Başkanı 'ÇETE KURMAKTAN' yargılanan camianın futbol takımının 2. kaptanı, kendilerini affettirmek ve basınla arayı ısıtmak için böyle bir teklifte bulunuyor usta gazeteciye, tam bir centilmen !



 İroniyi bir kenara bırakıp, bazı kimselere birkaç sms atmak isterim buradan;

 V.D: Sana söyleyecek pek bir şey yok aslında, tüm magandalıklarına, terbiyesizliklerine, sportmenlik dışı hareketlerine rağmen sana o milli formayı layık görenler, seni bu konumda günahsız hale getiriyorlar..

 Vedat Danacı: Ben Türk Spor Medyası'nın son 15 senesini yakından takip eden, sıradan bir sporseverim. Bu süre zarfında spor gazetelerinin hangisini takip edersem edeyim, fotoğraf altında hep aynı ismi gördüğümü hatırlarım : 'Vedat Danacı' Ancak bazı 'dana'lar bu işin tam ortasında olmasına rağmen sana ' oğlum ' diyebiliyorsa, tehditler savurabiliyorsa; senin yapman gereken bu işin sonuna kadar gitmektir. Şu an bir dilekçenle savcı harekete geçebilir, bir insana ' seni aldıracağım' demek açık tehdittir. Lütfen bu işi burada koyverme, toplumun da gazeteci ile gazetecicik ayrımı yapmasına yardımcı ol. Kolay gelsin üstad..

 Aziz Yıldırım: Şu anda yargılanma sebeplerinizin başında gelen 'çete kurma suçu' diye biliyorum ben sayın başkan. Kaleciniz ve 2. kaptanınızın tanıdığı adamlar varmış ve Vedat Danacı'yı evden aldıracakmış, size de ironik geldi değil mi ?

 Abdullak Avcı: Ateşten gömleği giydiğinizin siz de farkındasınız. Birkaç ay önce Kadir Has Üniversitesi'ndeki söyleşide de size sormuştum, 'Başkanınız Yıldırım Demirören ve siz projelerden bahsediyorsunuz, nasıl olacak ?' diye. Siz de ' yarın gönderilecekmiş gibi çalışıyorum' demiştiniz. İşte o projelerin anlamlanması için bugün harekete geçmeniz gerekiyor. Tamamen çamura bulanmış Türk Futbolu'na etki edebileceğiniz tek alan Milli Takım, ve VD, EB gibi virüsleri en azından bu ülkeyi temsil eden takımdan uzaklaştırırsanız, 'temiz' futbol devrimini başlatmış olursunuz. Yok, siz de diğerleri gibi yüreksiz davranırsanız, size Dünya Kupası Elemelerin'den sonra Kayserispor'da, Mersin İdman Yurdu'nda yada Orduspor'da şimdiden başarılar dilerim...

23 Mayıs 2012 Çarşamba

2 Resim Arasında Bulunamayan 7 Fark

 7 Ekim 2008..

***

Beşiktaş'ta yaklaşık 1.5 yıl süren Ertuğrul Sağlam dönemi sona erdi.

39 yaşındaki teknik adam, Nevzat Demir tesislerinde düzenlediği basın toplantısında görevinden istifa ettiğini açıkladı.

Kulüp yönetimine tepki gösteren Sağlam, "yüzüme karşı destek veriyoruz diyenlerin, ben görevde olduğum halde başka teknik adamlarla görüşmesini hazmedemiyorum. Şimdi istedikleri ile rahat rahat görüşebilirler. Türk teknik adamların saygınlığını korumak adına istifa ediyorum" dedi.

Siyah-beyazlı takım Turkcell Süper Lig'de oynadığı ilk altı maçta yenilgi almadı ve 14 puanla üçüncü sırada, ancak UEFA Kupası birinci tur rövanşında Metalist Kharkiv'e 4-1 yenilerek gruplara kalamadı.

Sağlam, Beşiktaş futbol takımının başındaki görev süresini değerlendirdiği toplantıda, istifasını şu cümlelerle duyurdu:

"Bugün Beşiktaş'ta kalırsam, şampiyon olacağına kesinlikle inandığım bir teknik direktör olarak şu anda karşınızdayım. Ama Beşiktaş'ın yetiştirdiği bir isim olarak, Türk antrenörlüğünün bir temsilcisi olarak, son günlerde bana yapılanları içime sindiremiyorum.

"Bize bu yapılanları kesinlikle hak etmediğimizi düşünüyorum. Ben görevdeyken başka bir isimle görüşülmesi bir tarafa, bazı medya mensupları ve kuruluşları üzerinden de bir yıpratma kampanyasıyla da maalesef karşı karşıya kaldık.

"Türkiye'de yerli hoca ile yabancı hocaya yapılan çifte standardın ortadan kaldırılmasını istiyorum. Kendime olan saygım, Beşiktaş'a olan sevgim, Türk antrenörlüğünün de saygınlığı için istifa ediyorum."

Görev süresi içinde 15 genç oyuncuyu A takıma kazandırdığı söyleyen Sağlam, Şampiyonlar Ligi'nde Beşiktaş'ın başında gruplarda mücadele eden ilk Türk teknik adam olduğunu vurguladı.

Geçtiğimiz sezon sakatlıklar, hakem hataları ve kendi hataları yüzünden şampiyonluğu kaçırdıklarını belirten Sağlam, en büyük üzüntüsünün kendilerine her zaman destek veren taraftara lig şampiyonluğu sevinci yaşatamamak olduğunu söyledi.

Sağlam, UEFA Kupası'nda Metalist Kharkiv'e elenmelerinin hiç hesapta olmadığını dile getirdi ve rövanş maçından sonra sarfettiği "hayat devam ediyor" cümlesinin yanlış yorumlandığını söyledi.

Ertuğrul Sağlam, futbolculuk ve teknik direktörlük döneminde daima Beşiktaş'a yakışır şekilde davrandığını belirtti.

Geldiği günden bu yana bazı kişiler tarafından sürekli yıpratıldığını söyleyen Sağlam, "inanın bunun nedenini hala anlamış değilim" dedi.

Toplantının sonunda sorulara cevap vermek istemediğini söyleyen Sağlam, sözlerini şöyle tamamladı:

"Beşiktaş'ın başarıya ulaşması en büyük dileğim. Bana ve benden önceki teknik direktörlere yapılanın yeni teknik direktöre yapılmasını istemiyorum.

"Taraftarlarımız geldiğim günden bu yana bana destek verdi. 'Adam gibi adam Ertuğrul Sağlam' dediler. Görevime adam gibi başladım, adam gibi devam ettim ve adam gibi bitiriyorum."



***

21 Mayıs 2012 ...

***

 Beşiktaş’taki görevinden ayrılan Teknik Direktör Tayfur Havutçu, "1997 yılından beri hem futbolcu, hem teknik adam olarak görev yaptığım kulübümdeki görevimden 20 Mayıs itibariyle istifa etmiş bulunuyorum" dedi.
Tayfur Havutçu, BJK Nevzat Demir Tesisleri’nde düzenlediği basın toplantısında, 15 yıldır hem futbolcu, hem teknik adam olarak sayısız başarıların içinde yer aldığını ifade ederek, "Beşiktaşımız’ı her zaman gururla temsil ettim ve bunun getirdiği ağır sorumluluğu yüklendim. Dürüst, eğilip bükülmeyen, hak gözeten bir kaptan ve teknik adam olarak Beşiktaşlı duruşunu sergilemek için, bu camiaya layık bir insan olmak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım" diye konuştu.
'
Yanıt bile veremedim'
"Beşiktaş uğruna hürriyetimden mahrum, ailemden ve kulübümden ayrı kaldığım 5 aylık dönemde de beni hep camiamızın desteği ayakta tuttu" diyen Havutçu, şöyle devam etti:
"Beşiktaşlılık duruşundan hiçbir şekilde vazgeçmedim. Futbol genel direktörlüğü görevine getirildikten sonra, sahadaki teknik direktöre karışmak gibi hiçbir şekilde yapmadığım şeylerden ötürü hakkımda çıkan haberlere, kulübümün menfaatini gözeterek yanıt bile vermedim. Aksine yönetim değişikliği sürecinden ve artık ne yazık ki herkesin bildiği mali sıkıntılardan, teknik direktör ve futbolcuların en az şekilde etkilenmesi için canla başla, çoğu zaman da tek başıma mücadele ettim."

'Bazı yöneticiler yok saydı'
Havutçu, takımın arka arkaya maçlar kaybettiği bir dönemde yeni başkan Fikret Orman’ın samimiyetine güvenerek çok zorlu bir görevi kabul ettiğini kaydederek, "Beşiktaşımız’ı daha iyi yerlere getirmek konusunda kendisinin heyecanını hâlâ paylaştığımı da özellikle belirtmek isterim" dedi. Bazı Beşiktaşlı yöneticileri eleştiren Havutçu, "Ne yazık ki 1,5 yıllık sözleşmemin yapıldığı günden itibaren bazı yöneticiler, görev başındaki teknik adamı adeta yok sayarak arayışlara giriştiler ve bunun basına yansımasından da gocunmadılar" diye konuştu.

'Onların Beşiktaşlılık duruşuna inanmıyorum'
Başkan Fikret Orman ile dün görüştüğünü belirten Havutçu, şöyle devam etti:
"Dün itibariyle Beşiktaşlı duruşuna inanmadığım bazı yöneticilerle birlikte çalışma şansımız olmayacağını başkanımız Sayın Orman’a bildirdim ve görevden affımı istedim. Kendisinin bana gösterdiği güven için tekrar teşekkür ediyorum. Görevi devralacak ekibe de şimdiden başarılar diliyorum."

Süper Final maçları
Havutçu, takımın başında bulunduğu Süper Final maçlarına da değinerek, bu konuda şunları söyledi:
"Süper Final’de ilk 3 maçımızı kaybettik, son 3 maçta 1 galibiyet, 2 beraberlik aldık. Galatasaray’a karşı oynadığımız ilk maç dışında, kaybettiğimiz ve berabere kaldığımız toplam 4 maçta en az rakiplerimiz kadar galibiyete yakındık. Beşiktaş’ın adının geçtiği her yerde, Beşiktaş’ın sahada olduğu her maçta nasıl oynanması gerektiğini gösterdik ve oyuncularım son dakikaya kadar mücadele eden Beşiktaş’ı yeniden canlandırdılar. Sonucun iyi olduğunu ne yazık ki söylemem ama bu kadar zor bir dönemde, kendilerinden istediklerimi büyük bir profesyonellikle yerine getiren oyuncularımı bir kez daha tebrik ediyorum."
Tayfur Havutçu, Süper Final maçları oynanırken yaşadığı hayal kırıklığını ise şöyle açıkladı:
"Süper Final maçları oynanırken, bazı yöneticilerimizin takıma maddi ve mânevi destek vermek yerine, zamanlarını basına demeç vermek için konuşmalar hazırlamakla geçirmelerini görmek, benim için büyük bir hayal kırıklığıydı. Biz kendilerine, Beşiktaş’ta tüm futbol takımlarının durumunu en iyi şekilde aktarmaya, yeni görevlerine mümkün olduğunca ayrıntılı ve gerçek bilgiyle başlamalarını sağlamaya, destek olmaya çalışırken ne yazık ki aynı kişiler daha maçlar oynanırken başka arayışlar içindeydiler."

Dava yüzünden söyleyemedikleri
Siyah-beyazlı taraftarların zaman zaman kendisinden daha fazla açıklamalar beklediğini ifade eden Havutçu, şunları kaydetti:
"Taraftarımızın geçmişte bazı zamanlarda benden, daha fazla konuşmamamı ve açıklama yapmamı beklediğini biliyorum. Ancak benim için doğru olan Beşiktaşlılık duruşuna asla uymayan bu davranışları ön plana çıkarmak değil, takımın başarısı için sahada çalışmaktır. Zaten ben önce işimi yapıp sonra gerekirse konuşmayı tercih eden bir insanım. Sahada sonuç alınmadan verilen beyanatlara hiçbir zaman inanmadım. Konuşmak için de doğru zaman gelene kadar susmayı tercih ettim. Dava süreci nedeniyle taraftarımıza bilgi veremediğim (Dava sürdüğü için de hâlâ açıklama yapmayacağım) konular olduğunun da özellikle bilinmesini isterim."

'Futbolcuları takım arkadaşım olarak görüyorum'
Havutçu, bu geçiş döneminde devamlılığı sağlamak için uğraştığını belirterek, "Bana güvenen oyuncu arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum. Onların birçoğunun Beşiktaş’a gelmesi kararında payım oldu ve geldikleri günden bu yana hepsiyle birlikte çalıştım. Hepsini ayrı ayrı kendi takım arkadaşım olarak görüyorum. Süper Final maçlarıyla birlikte hepsinin Beşiktaşlılıklarını bir kez daha gösterdiklerini düşünüyor ve camiamıza daha uzun yıllar faydalı olacaklarına inanıyorum" ifadelerini kullandı.

'Beşiktaşlılık kalıcıdır'
Taraftarlara da seslenen Havutçu, "Bana Beşiktaş’ın çocuğu payesini veren taraftarımıza bir kez daha teşekkür ediyorum. En zor zamanımda her an yanımda oldular, desteklerini esirgemediler. Ben de attığım her adımda bu sevgiye layık olmaya çalıştım. Görevler değişebilir, Beşiktaşlılık kalıcıdır" diye konuştu. Bir soru üzerine Başkan Orman’ın kendisine başka bir görev teklif ettiğini belirten Havutçu, "Başkanımıza teşekkür ediyorum. Kulüp içinde bana başka bir görev teklif etti. Ama ben bir yola çıktım. Teknik direktör olarak yola devam etmek istiyorum. Önce dinlenip, sonra gelen teklifleri değerlendireceğim" dedi.
Süper Final öncesi görevi kabul ettiği için pişmanlık duyup duymadığı sorusuna Havutçu, "Pişmanlık yok. Ben her zaman Beşiktaş’ta zor dönemlerde görev aldım. Hiçbir zaman görevden kaçmadım. Beşiktaş’ta görev almak her zaman onur vericidir. 1.5 yıllık sözleşme yaptım. Böyle bir şey düşünmedim" diye yanıt verdi.




***

 Aradan geçen dört yıl, Beşiktaş camiasında hiçbir şey değiştirmemiş gördüğünüz üzere. Siyah beyaz renklere gönülden bağlı herkese yeni sezonda sabırlar diliyorum...

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Merhumu Nasıl Bilirdiniz ?

 PFDK, 7 Mayıs 2012 gece yarısından sonra şike soruşturması kapsamında kendine düşen cezaları verdi. Verilen cezalardan çok verilmeyen cezalar dikkat çekti tabi ki .. Ancak Bandiera's Blog olarak bizim dikkatimizi çeken birkaç durumu aşağıda anlatmaya çalışacağız.

İlhan Ekşioğlu : 3 yıl hak mahrumiyeti.
Şekip Mosturoğlu : 1 yıl hak mahrumiyeti.
Cemil Turhan : 1 yıl hak mahrumiyeti.
İbrahim Akın : (Fenerbahçe - İBB maçının sonucunu etkilemekten) 3 yıl müsabakalardan men.
Serdar Kulbilge : (G.Birliği -Fenerbahçe maçının sonucunu etkilemeye teşebbüsten) 2 yıl müsabakalardan men.
Fenerbahçe : Ceza yok.
Fenerbahçe Başkanı: Liste başında ama suçsuz.

 Şimdi yukarıda ilk sıralarda gördüğünüz isimler bu suçları neden işlediler ? Fenerbahçe'nin menfaati için. Kişileri kurumlardan ayırmaksa eğer ki bu, Fenerbahçe başkanına neden ceza gelmedi ? Aziz Yıldırım'ın sağ kolu olan Şekip Mosturoğlu, Aziz Yıldırım'ın haberi olmadan bir şey yapabilir mi sizce ? Ha keza İlhan Ekşioğlu ve Cemil Turhan, Aziz Başkanlarının haberi olmadan böyle işlere kalkışabilirler mi acaba ?

 Olaya bir de tam tersinden bakalım.  Madem Fenerbahçe Spor Kulübü bu konuda tamamen suçsuz, neye dayanarak futbol takımını Şampiyonlar Ligi'ne göndermedi ulu TFF ? An itibariyle Fenerbahçe Spor Kulübü TFF'yi mahkemeye verirse TFF ne yapacak ? CAS'daki dava bu kararların alınacağı garanti edildikten sonra mı geri çekildi ? Yoksa Fenerbahçe 45 milyon euroluk tazminatı almak mı istemedi yani ?

 12 Mart'ı, 27 Mayıs'ı hatta 12 Eylül'ü gece yarısı öğrenen bir toplumun demokrasisi öldürülmüştü. 7 Mayıs da Türk Futbolu'nun bir gece yarısı katledilmesine sahne oldu. Sahi siz Türk Futbolu'nu nasıl bilirdiniz ?

 Ayrıca hakkınızı helal ettiniz mi merhuma ?

6 Mayıs 2012 Pazar

Galibi Belli Olan Sezon Finali

Aslında anlatılacak çok şey yok. Radikal Spor'un da dediği gibi 'Süpürge Final' başladığından beri hep aynı senaryoaları görmeye devam ediyoruz. Bu senaryonun rengi falan yok aslında. Senaryo yazarı fena halde zengin, ezeli rekabetten nemalanıyor ve bu arkadaşların sürekli itişip kakışmasını istiyor. Bu yüzdendir ki 'Süpürge Final' diye bir icat çıkarıyor, 3 pankart, şarkı ve danslarla Şampiyonlar Ligi standartına çıkıldı sanılıyor. Herkes birbirinden nefret ediyor, sevgisizlik, saygısızlık hatta ırkçılık gırla. Hakemler bile eyyama alet oluyor, o yüzdendir ki Zokora Avni Aker'de, Quaresma Telekom'da oyunda kalmaya devam ediyor. Hakem kritik karar verme durumunda 400 kez düşünüyor, elinden geldiğince bu durumlardan uzak duruyor. Risk almadan, etliye sütlüye karışmadan, trafik polisi tadında maçını yönetiyor. 3 Temmuz'dan beri süre gelen saçmalıklar, tapeler, belgeler, soruşturmalar vs. ülke futbolunu temizleyeceğine daha da büyük bir girdaba itiyor, futbol oynamak yerine kendi çamurumuzda boğuluyoruz.. Haftaya Saraçoğlun'da sezon finalini izleyeceğimiz bir lig var. Ancak galip şimdiden belli ve galibi belli olan hiçbir oyun eğlenceli değildir.. Futbol zevkimizi de elimizden alan TFF ve Digiturk'e kucak dolusu sevgiler..

20 Nisan 2012 Cuma

Dünya Derbisi(!) Öncesi Sıradan Bir Derbi(!) Günlüğü: Benfica-Porto

Ülkemizdeki Fenerbahçe - Galatasaray maçlarından önce yayıncı kuruluşun da verdiği gazla hemen hemen tüm basın aynı tabiri kullanır; 'Dünya Derbisi !'

...Ancak ülkemizdeki bu önemli maçın dayandığı hiçbir etnik,dini,sosyal yada kültürel çatışma yoktur. Yani düşünün ki aynı evden hem Galatasaraylı hem Fenerbahçeli çıkabilir. Bazı spor tarihçileri, bu çekimeyi bir temele dayandırabilmek için fena halde kasarak, Galatasaray'ı daha elit ve aristokratların, Fenerbahçe'yi ise yükselen Anadolu'luların takımı olarak kabul etmeye çalışırlar. Ancak bu teoriyi çürüten binlerce profesör - Fenerbahçeli ve mermer tüccarı - Galatasaraylı görmek mümkündür etrafımızda...



Birkaç ay önce, senelik iznimde gidebileceğim ülkelere göz atarken, dondurucu İstanbul soğukları ile boğuşmaktaydım. Bu da bana, tatil destinasyonu seçiminde iklimin önemli rol oynaması gerektiğini gösterdi ve ben de kısa bir Portekiz tatilini kendime uygun buldum. Ne de olsa Portekiz Avrupa'nın en güney batısındaydı ve sıcaklıklar da doğal olarak Avrupa'nın en yüksek olanlarıydı.

Bir futbol fanatiği olarak, bir yurtdışı seyahati yapma durumunuz varsa, ilk işiniz o ülkenin önemli takımlarının fikstürüne bakmak olur. Ben de seyahat tarihlerime bakarak Benfica, Porto yada Sporting Lizbon'un bir maçını izlemeyi düşündüğümden, Liga Sagres fikstürüne baktığımda muhteşem gerçekle karşı karşıya kaldım. Evet, Lizbon'a vardığım gün, onların 'dünya derbisi' demediği ama ülkenin en büyük spor olayı olarak gördüğü Benfica - Porto maçı vardı ! Hem de iki takım ligde puan puana giderken !



Bu durumda, bilet için bir Portekiz'liye ulaşmak en sağlamı olacaktı pek tabi. Belki de hayatımda ilk kez (ve umarım son olmaz) mesleğimin (turist rehberliği) avantajını kullanıp, daha önce turunu yaptığım Portekiz'li ve hatta Lizbon'lu Pedro'ya haber saldım geleceğimi. 2 gün içerisinde biletler alındı, bavul toplanırken kırmızılar özellikle alındı, Benfica'yı daha sağlam desteklemek için.

Bir maçı daha iyi anlamak, o maçın önünü de yaşamak anlamına gelir. Bu açından gerçekten kendimi şanslı hissettim Lizbon'da, çünkü yanımda gerçekten futbolla ilgilenen, o ülkeden biri vardı ve nereye gitsek herkes bu rekabetle ilgili farklı ama birbirini tamamlayan hikayeler anlattı.




Ülkemizdekinin aksine Portekiz futbolundaki çekişme, sosyal çatışmalara dayanıyor. Ülkede 3 büyük takım var. Benfica, ülkenin en köklü kulübü. Eusebio gibi bir efsanenin takımı olarak biliniyor, ayrıca 1933-74 yılları arasında hüküm süren Salazar'ın da tuttuğu takım olma özelliği var. Salazar'ın ünlü 3F'sindeki Futbol'un en önemli temsilcisi Benfica. (Salazar'ın 3F'si, Futbol, Fado (Portekiz'e özgü, flamenkoya benzeyen ancak daha çok yas için söylenen şarkılar) ve Fatime (Portekiz'in katedralleri ile ünlü bölgesi, yani dinden bahsediliyor) Son yıllarda tahtını Porto'ya kaptırsa da, halen ülkede en çok taraftara sahip takım Benfica.

Porto ise, daha çok ülkenin kuzeylilerinin tuttuğu bir takım. Son on yıllık başarılı dönem onları ülke çapında sempatik kılmış ancak Benfica ile çekişmeleri biraz farklı boyutlarda. Portolular, Benficalıları halen Salazar'cılıkla suçluyor, Benficalılar ise Portoluları gürültücü magandalar olarak gösteriyorlar. Her Benfica - Porto maçı ayrı bir 'kuzey-güney savaşı' olarak gösteriliyor. Benficalılar kazanarak 'şanlı' tarihlerine bir zafer daha eklemek, Porto'lular ise kazanarak Yeni Portekiz'in yeni süper gücü olduklarını 'küstah' Benfica'lılara gösterme hedefindeler.

Bu iki takımın yanında Portekiz'in üçüncü büyüğü ise Sporting Lizbon. Ülkede futbolla ilgilenen herkesin Sporting'e ironik bir sempati duymakta. Bunun sebebi de Sporting'in çok uzun yıllardır hiçbir başarı kazanamaması. Hatta bir Porto - Sporting maçında Porto'luların açtığı pankart, durumu özetliyor : ' Futbol 11'er kişiyle oynanan ve Sporting'in hiçbir şey kazanamadığı bir oyundur.'



Maç önünde Benfica'lıların uğrak mekanı Ginjinha Registada. Ginjinha içerek maç kritikleri yapılıyor. Ginjinha, Portekiz'e özgü bir çilek likörü. Tekila gibi servis ediliyor ancak onun gibi shot yapılması pek tavsiye edilmiyor. Bazı geleneksel mekanlarda çikolata şeklinde mini bardaklarda da servis edildiği oluyor ancak bu bize biraz fazla tatlı geldi açıkçası. Benfica taraftarı alkol aldıkça Porto'lulara giydirmeye başlıyor tabi. Birkaç yıl önce ortaya çıkan şike skandalından başlıyorlar. Ortaya çıkan tapelerde, Porto başkanının hakemlerle konuşmaları var. Hatta Mourinho zamanında Deco ile Porto başkanının tapesi halen konuşuluyor, Deco'nun dişi eşrafı anılarak. Daha sonra Porto başkanı Pinto da Costa'nın özel hayatındaki skandallar konuşulmaya başlanıyor. İki yıl önce boşandığı, eski striptizci eşi büyük bir sevgi seli ile anılıyor. Bu hanım, boşanma sonrasında Pinto da Costa'nın mahremi ile ilgili bir kitap da yazmış, bir Benfica taraftarı yanında taşıyor bunu, hatta maç sırasında sahaya, Hulk'un kafasına atacağından bile bahsediyor.

Yavaş yavaş metroya doğru ilerliyoruz. Stada ulaşmak çok zamanımızı almıyor, metro da inanılmaz dıkış tepiş değil, belediye çalışıyor ! Altmış bin kişilik 'Estadio de Lur' stadına giriyoruz. Ertem Şener sağolsun, stadın adının Türkçe'sini hepimiz ezberlemişiz, 'Işığın Stadı' adına yakışır ihtişamıyla karşılıyor bizi stad.



Maç öncesi geleneksel olarak, Benfica'nın simgesi kartal uçuruluyor. Pedro bana, birkaç sene önce bu kartalın istenen yere inmediği için, İspanyol kartal terbiyecisinin işinden olduğunu söylüyor. Çok şükür ki yeni eleman böyle bir skandala imza atmıyor.

Porto'lular da deplasman taraftarına ayrılmış bölümü tamamen doldurmuştu. Ancak maç öncesi, hemen onların altındaki Benfica taraftarları, kendileri hakkında çok 'hoş' bir pankart açtılar : 'Üstümüzdeki tribünde 'adam' yok!'

Maç öncesi herkes çok heyecanlı, geçen yıl Porto şampiyonluğunu burada, Benfica'nın evinde ilan etmişti. İşin ironik tarafı ise, 'ışığın stadı' olarak adlandırılan stadın, bahsi geçen maç biter bitmez 'teknik aksaklıklardan dolayı' karanlığa gömülmesi olmuş.



Meşale konusunda Portekiz Futbol Federasyonu'nun bir yaptırımı yok gibi, Benficalı taraftarlar, kale arkası tribünlerinde onlarca meşale yakıyor. Hatta bu meşalelerden bir tanesi kendi açtıkları pankartı yakmaya başlıyor. Bu durum kısa süreli bir yangına sebebiyet verse de itfaye olaya zamanında müdahale ediyor Allah'tan.

Maç hızlı başlıyor. Sürekli tezahurat eden bir taraftar profili çizmiyor Benfica'lılar, önemli pozisyonlarda sabitleşmiş bir-iki şarkılarını söylüyorlar, serbest atışlarda ayaklarını yere vurup tempo tutuyorlar bir de top Hulk'a gelince ne yazık ki malum sesleri çıkartıyorlar. Ancak bizden biraz ayrılan durum ise, stada gelen 58.222 kişinin de yüzü sahaya dönük, kimse kimseyi bağırtmaya çalışmıyor, tezaruhatlar kendiliğinden pozisyon sonlarında gelişiyor.

Maç muhteşem gollere sahne oluyor, kendimi şanslı adlediyorum. Skor 3-2 Porto lehine oluşuyor ve Benficalılar büyük hayal kırıklığına uğruyorlar. Biz de efkarlı birkaç taraftarla Fado dinleyemeye koyuluyoruz, acımızı dindirmek için...



Portekiz birçok yönden bize benzerken, seyahat edilmesi çok keyifli bir ülke şekline büründü gözümde. Derin ve heyecanlı futbol kültürü de bu seyahatin en güzel sosu olarak damağımda kaldı, obrigadu Lisboa !

14 Nisan 2012 Cumartesi

Süper 'Lig Tv' Finali !

10 puanlık bir uzman sorusu var aklımda.

3 Temmuz süreci, aşağıdakilerden hangi şahsı daha çok sıkıntıya sokmuştur ?

A) Aziz Yıldırım
B) Tayfur Havutçu
C) Sadri Şener
D) Bülent Uygun
E) Digiturk patronu Ertan Özerdem

Ligin izlenilirliğini arttırmak için, paranın asıl patronları ligimize 'Play off' gerdanlığını taktılar, canım ligimiz belki daha güzel gözükür diye. Bu plan için ne Terim'in uluslararası tecrübesinden yararlandılar, ne Kocaman'ın dinamik futbol aklından, ne de Güneş'in dingin ve derin sportif bilgisinden. Beyaz yakalı amcalar oturdu ve karar verdi, diğerlerine ise kafa sallamak düştü.

34 hafta bittikten sonra ilk play off, pardon Süper Final maçının olumsuz hava koşulları sebebiyle oynananamaması, başka bir komedyayı gözler önüne serdi, ayrıca bize Türk Futbolu'nun gerçek patronlarını tekrar hatırlattı.



Mevzuata göre, olumsuz hava şartları sebebiyle oynanamayan müsabaka, bir gün sonra aynı saatte oynanır. Ancak, masum 'Lig tv' zarar etmesin, aynı saate iki derbi denk gelmesin, büyük baronlar müşteri kaybetmesin diye, bu mevzuat da 'normal sezon' için geçerli sayılarak görmezden gelindi. Beşiktaş - Galatasaray derbisi Pazartesi saat 20.00'de oynanacak..

Ligimizin marka değerine sağlık..

10 Nisan 2012 Salı

Kadın Basketbolu Final Serisi

bugün final serisi maç programı açıklandı. bilindiği üzere ev sahibi avantajı fenerbahçe'de ve 5 maç üzerinden oynanacak serinin 3 maçı caferağa'da olacak. sırayla 2 maç caferağa'da, 2 maç ipekçi'de, 4. maç gibi yine gerekirse 5. ve son maç caferağa'da oynanacak. tarihler sırasıyla şöyle; 12 nisan(perşembe)-14 nisan(cumartesi)-17 nisan(salı)-19 nisan(perşembe)-22 nisan(pazar). yani orada oynanması muhtemel 3 maçın 2'si hafta sonu. bizim sahamızda oynanması muhtemel 2 maçın 2'si de hafta içi.

öyle denk gelmiş diyebilirsiniz. peki, sadece 1 sene önceye bakıyoruz. geçen sene normal sezonu lider bitiriyoruz ve ev sahibi avantajını alıyoruz. durum şu, bizim 3 iç saha maçının 1'i hafta sonu, 2'si hafta içi, oradaki 2 maçınsa 1'i hafta sonu, 1'i hafta içi. hala e tamam abi ne var bunda, öyle denk gelmiş diyebilirsiniz tabi ki. ama şu var ki, geçen sene yarı final serileri 6 nisan'da biterken final serisi 10 nisan'da başlıyor. bu sene 9 nisan'da biten yarı finallerden sonra finallerin başlangıcı 12 nisan. neden? çünkü geçen seneki gibi başlasa her şey kayıyor ve tıpkı geçen seneki gibi hem galatasaray hem de fenerbahçe 1 hafta sonu maçı oynayabiliyor. ama o iş birilerine uymuyor tabi ki.

gelelim maç saatlerine. geçen sene oynanan hafta içi maçlarına bakalım önce. 12 nisan salı günü ipekçi'de oynanan serinin 2. maçının başlama saati 20:00. 15 nisan cuma, caferağa'da oynanan serinin 3. maçının başlangıç saati ise 20:30. neden öyle, onu biz bilemiyoruz işte. ama tesadüf mü hayır. çünkü bu sene fenerbahçe'nin oynayacağı tek hafta içi maçının başlama saati 20:00. ipekçi'deki 2 maçınsa 19:30. neden? öyle işte.

bu sene biz hafta sonu maçı oynayamayacağımız için bu seneyi karşılaştıramıyoruz ama geçen seneki hafta sonu maçlarının başlangıç saatlerine gelelim. biri 14:00, biri 15:30. hangisi, hangisi söylemeye gerek yok heralde. ipekçi'deki maçın akşamı futbolda trabzon maçı vardı. o yüzden denebilir. ama o maç seyircisizdi. ayrıca buna dikkat edeceksek ver ikisini de 15:00'e. kafanız rahat olsun. ama olur mu, olmaz tabi. maçtan 1 gün önce 3 kere değişen hakem triosundan, murat biricik'ten, şike iddianamesindeki recep ankaralı tapelerinden falan bahsetmiyorum hiç.

kızmıyorum federasyona falan. hakkım yok çünkü. senin, elindeki euroleague f8'inin organizasyonunu devrettiğin kurum sonuçta o. sana iç sahada, deplasmanı yaşatan da o. aslında o değil, bunu yapan sensin arkadaşım. yukarda ne güzel söylenmiş, 'kulübün en kötü idare edilen şubesi.' evet bunun farkındayız. ama sizin bunu sürekli ispat etmenize gerek yok.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Vizyon !

9 Nisan 2012 günü Radikal gazetesinin internet sitesine göz atarken, dikkatimi ufacık bir haber çekti. Süper Final, şike davası, Muslera'nın penaltısı, Riera-Melo kavgası gibi populer konuların arasında kaynadığını düşündüğüm bu haber, Türk futbolcusunun vizyonunu net bir biçimde ortaya koymaktaydı. Direkt alıntılıyorum:



'Yeşil beyazlıların sakatlığı sebebiyle 3 haftadır forma giyemeyen yıldız futbolcusu Ozan İpek, bir dergiye özel açıklamalarda bulundu. "Maç içinde futbolcu ya da hakem dövmek istediğin oldu mu?" sorusuna genç oyuncunun yanıtı ilginç oldu. Ozan, "Hakemi dövmek istediğimde her zaman kendimi kurduğum bir hayal ile sakinleştiriyorum. 35 yaşıma gelmişim, futbolu bırakmaya karar vermişim ve hakemi dövmek istiyorum. Gidip bir tane vuruyorum ve futbolu bırakıyorum" diye konuştu.'

Düşünün ki, 25 yaşında üst düzey sayılabilecek bir ligde top koşturan bir futbolcunun emeklilik hayali ne alkışlar arasında jubile yapmak, ne oynadığı takımın başına teknik direktör olmak, ne de kariyerinin sonunda heykelinin dikilmesi.. Kendisinin hayali, kariyeri sonunda lanet hakemlerden tüm hıncını çıkartmak..



Senelerdir aynı şeyi tartışıyoruz ya, Ümit Milli Takım'da daha başarılı bir jenerasyona sahipken nasıl oluyor da o gençler gelişimlerini sağlayamıyorlar diye. Hep soruyoruz ya, Okan Koç Portekiz maçında C.Ronaldo'dan daha iyi değil miydi diye. Yukarıdaki sözler her şeyi açıklıyor ve sporla haşır neşir olan herkesi daha bir karamsarlığa itiyor..

Ozan İpek'in kariyerindeki tüm hedeflere ulaşması dileğiyle !