2004 yazında futbolda kimilerine göre bir devrim oldu fakat o gün Rehhagel'in Yunanistan'ının elde ettiği başarı aslında dünya futboluna vurulan çok büyük bir darbeydi. O günden sonra sayıca azalmakta olan yıldız futbolcuların önemi de azalmaya başladı, sert savunma takımları öne çıktı, takımlar arasındaki güç farkı minimuma indi, daha çok mücadele edenin kazandığı bir oyuna dönüştü futbol. Özellikle 2008'e kadar bu şekilde ilerledi futbol ama 2008 Avrupa Şampiyonası'yla birlikte mücadeleyi, birlik olmayı temel alan bir başka mantalite futbola damgasını vurmaya başladı. Takım olmak, takım olarak oynamak şu an futbol adına en önemli unsur olarak ortaya çıktı. Büyük yıldızların git gide azaldığı günümüz futbolunda takım olmak, takım olarak oynamak, zamane 'yıldız'larının rolünü iyiden iyiye çaldı artık. Bu Dünya Kupası'ndaysa bu iki sistem yan yana geldi ve müthiş sıkıcı bir Dünya Kupası başlangıcı izledik. Kısa kısa grupları bir değerlendirelim;
A GRUBU
Fransa gruba tek kelimeyle damgasını vurdu. Zaten çok sorunlu hazırlanmışlardı turnuvaya, hazırlık maçlarındaki kötü performans, Domenech'in elindeki kaliteli kadroyu hiç bir şekilde kullanamayışı, bitmek bilmeyen saçmalıkları, oynanan sıkıcı, defansif, rezil futbol pek de umut vermiyordu Fransa adına, üstüne bir de Anelka skandalı ve devamındaki bazı futbolcuların antrenmana çıkmama krizi eklenince hazin son kaçınılmaz oldu. Topladıkları 1 puan ve attıkları tek golle grubu son sırada bitirdiler. Gel gelelim buna üzülen oldu mu, hiç zannetmiyorum, Fransızlardan başka bu duruma üzülen bir futbolsever olsun.
Hani dedik ya takım oyunu oynamak artık en önemli zorunluluk diye bu grupta Uruguay ve Meksika takım oyununu oynayarak, sertlikten, savunma disiplininden hiç taviz vermeyerek gruptan çıkmayı başardılar. Meksika'nın Fransa karşısındaki performansı gerçekten görülmeye değerdi. Uruguay ise grubu lider bitirdi ve yarı final yolunda büyük avantaj yakaladı, Meksika ise büyük ihtimalle Arjantin karşısında bizden bu kadar diyecek. Gruptaki son takım ev sahibi Güney Afrika vasatın dahi altındaki kadrosuna rağmen 4 puan toplamayı başardı, ama bu, gruptan çıkmak adına yeterli değiildi. İlk maç sonrası taraftarlar yeteri kadar vuvuzela çalmadı diyen kalecilerinin laneti de üzerlerine işlemiş olabilir tabi.
B GRUBU
Kayan yıldızlar, takım oyunu bilmem ne geyiklerimize karşı tek bir takım var turnuvada. Biri sahada, biri saha kenarında dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yıldızlarından ikisine sahip, bildiğimiz kaos futbolu oynayan, 5 savunmacı, 5 hücumcuyla iki farklı takımmış gibi oynayan Arjantin, turnuvanın tek gerçek yıldızının da katkılarıyla grubu 3 maç 9 puanla bitirdi.
Gruptan çıkan diğer ekip Güney Kore ise takım olmak tabirinin bire bir karşılığı. Takım karakteri, sürekli koşan futbolcu yapısı ve biraz da şanslarının yardımıyla yollarına devam ediyorlar. Yunanistan bildiğimiz Yunanistan. Ama bundan sonra Rehhagel yok, belki onlar adına değişen bişeyler olur ileriki süreçte. Nijerya ise yatıp kalkıp Sani Kaita'ya kahretmeli, her şey tam yolunda giderken Yunanistan maçında gereksz yere oyundan atılmasıyla takımının ümitlerini yerle yeksan etti. Son maçtaki umuda yolculuktaysa Nijerya bu kez kaçan inanılmaz gollere boyun eğdi ve şanssız bir biçimde turnuvaya veda etti.
C GRUBU
Amerikan emperyalizminin, paraya, güce odaklı dünyasına, endüstriyelleşen futbolun baskısına inat bir kolej takımı havasıyla, pek çok farklı milletten pek çok Amerikan'ı bir arada barındıran kadrosuyla isyan ediyor Amerikan Milli Takımı. Yıllar önce bihaber oldukları futbolla tanışmalarıyla, uyguladıkları alt yapı projesiyle kısa sürede önemli bir furbol ülkesi oldular bile. Dünyanın belki en nefret edilen ülkesinin takımı pek çok kişinin, en azından benim, turnuvada en fazla sempati beslediğim 2 takımdan biri oldu bile.
Çok büyük umutlarla başlamıştı İngiltere turnuvaya, kağıt üzerinde kaleci ve Capello'nun ısrar ettiği pivot forvet dışında kusursuz bir kadroları vardı. Ama o kadro kağıt üzerinde kaldı, özellikle de çok güvendikleri Lampard ve Rooney'den hiç fayda alamadı İngilizler, Cezayir'e karşı pozisyon dahi üretemediler, ancak futbol düşmanı Slovenya'yı zar zor yenerek çıkabildiler gruptan. İkinci turdan itibaren İngilizler mutlaka bir şeyleri değiştirmek zorundalar. Cezayir çok sınırlı bir takımdı lakin bu sınırlı takım, bizim hala gol atamadığımız, puan alamadığımız İngiltere'den puan alma başarısını gösterdi, bu başarı da onlar için kafidir heralde. Turnuvada en nefret ettiğim takım oldu Slovenya, özellikle de son İngiltere maçından sonra. Tarihin belki en kötü İngiltere'sini, sahada ne yaptığı hiç belli olmayan, stres içindeki İngiltere'nin üzerine bir sefer bile gidemeden, rezil bir futbolla turnuvaya veda ettiler.
D GRUBU
Turnuva başlamadan evvel en sert görünen 2 gruptan biriydi D Grubu. Almanya ön plana çıksa da diğer 3 takım bir birine denk takımlardı. Almanlar çok fiyakalı başladılar turnuvaya. 2. maç da hasar alsalar da grubu lider tamamladılar. Ballack'ın yokluğu Almanya adına çok büyük sorun teşkil ediyordu benim adıma. Ballack takımın hem saha içi lideri, hem de takıma yaratıcılık katan yegane unsuruydu. Fakat Almanya bu iki soruna da çare buldu. İlk sorunun çözümü Klose'ydi zaten onun içindir ki Sırbistan maçında oyundan atılmasının ardından takımın sallanması, hemen ardından gol yemesi... Klose'nin dönüşü Almanlar için çok önemli. 2. sorunun çözümüyse bir Türk de gizliydi. Mesut Özil takımının aradığı kan oluvermişti ve Sırbistan maçı haricindeki futboluyla da turnuvanın şu ana kadarki kısmına damgasını vurdu, piyasasını bi hayli arttırdı.
Gruptan çıkan diğer takım Gana'yı ise ben çok beğendim, açık ve net bir biçimde taş gibi takım Gana. Özellikle de Gyan Asamoah mükemmel futbolunun yanı sıra son vuruşlarda biraz daha becerikli olabilirse ve gruplardaki şans yine yanlarında olursa önleri daha da açılabilir, 2. turdaki rakipleri Amerika önünde ve belki daha ilerisinde. Gana maçında Kewell'a gösterilen bence yanlış kırmızı kart Avustralya'nın ipini çekti. Aynı sıkıntıyı ilk maçta Gana maçında Lukovic'in kırmızı kartıyla Sırbitan da yaşadı ve 2 takım da evlerine erken dönmek zorunda kaldı. Kewell uzun zamandır kendisini hazırladığı son Dünya Kupası'nda sadece 24 dakika forma giyebildi.
E GRUBU
Her daim gönüllerin takımı Hollanda, grubu 3 maç 9 puanla kapattı. Turnuva öncesi Robben'in sakatlığıyla ağır darbe alan Hollanda'nın gruplarda göstereceği performans bu açıdan çok önemliydi, grubunun zayf olmasının da etkisiyle Robben'in eksikliğini çok hissetmedi belki ama Robben'in katılması bu takıma kesinlikle kademe atlatacaktır. Çeyrek finaldeki muhtemel Breziy eşleşmesi çok kritik olacak olar için final yolunda. Hem Sneijder, hem Van Persie hem de Robben'in formda olduğu ve savunmasının grupta olduğu gibi kritik hatalar yapmadığı bir Hollanda'nın önünde kolay kolay hiç bir takım duramaz.
Gruptan çıkan diğer takım Japonya ise tam anlamıyla bir takım. Takım olma disiplininden hiç vazgeçmeden Honda önderliğinde grupta kalan iki maçını kazanıp gruptan çıktı. Burda Honda'ya bir parantez açalım, bize çok yabancı bir isim değil aslında Keisuke Honda. Geçen yaz Galatasaray'ın transfer listesinde yer alan fakat yüksek maliyeti nedeniyle vazgeçilen Honda'yı bu sezon ortasında CSKA Moskova 10 Milyon Euro karşılığında kadrosuna kattı. Ne kadar doğru bir iş yaptıklarını da bugün çok daha iyi anlıyoruz aslında. Tabi Frank Rijkaard'ın bu oyuncu üzerinde neden bu kadar durduğunu da şimdi şimdi anlayabiliyoruz. Daisuke Matsui Japonya'da benim dikkatimi çeken bir başka isim oldu.
Turnuvanın en büyük hayal kırıklıklarından biri de şimdiden Kamerun oldu benim için, bu gruptan çıkmak için fazlasıyla yeterli bir kadroları vardı aslında ama turnuvayı puansız kapatarak döndüler evlerine, hatta belki de hiç gelmediler kupaya. Aslında Eto'o turnuva öncesi bunun sinyallerini vermişti, turnuva öncesi yaptığı açıklamada kupaya gelip gelmeme konusunda kararsız olduğunu, geldiğine değeceğinden emin olmadığını söylemişti, ki öyle de oldu, ne Eto'o vardı kupada, ne Kamerun Milli Takımı. Danimarka ise benim gözümde Avrupa'nın zayıf halkası olarak bulunuyordu burada, gerek sınırlı gerekse yaşlı kadrosuyla. Onları buraya taşıyan çok katı savunmalarıyla var olmaya çalışsalardı belki turnuvada daha başarılı olabilirlerdi.
F GRUBU
Neresinden başlasak, ne desek... İtalya henüz gruplarda elendi kupadan. Peki, çok mu büyük sürpriz bu olay, hem evet, hem hayır aslında... Evet, çünkü bahsettiğimiz takım İtalya ve İtalya ne olursa olsun bir şekilde kazanır, daha da önemlisi grubu çok zayıf. Hayır, çünkü tarihin açık ara en kötü İtalya'sı gelmişti turnuvaya. Neyse İtalya'ya çok fazla irmek istemiyorum şimdi ama muhakkak o konuya bir parantez açacağız en kısa zamanda.
Paraguay kadro kalitesiyle bu gruptan çıkacağının sinyallerini veriyordu önceden. Lakin Paraguay'ın Yeni Zelanda maçının diğer maçla çakışması, Slovakya maçındaysa bir işim gereği ancak İtalya maçını izleyebildim, o yüzden çok ileri geri konuşmak istemiyorum bu takım hakkında, yalnız görünen o ki, Japonya'yla birlikte kafa kafaya bir 2. tur maçı oynayacaklar. Slovakya, turnuva öncesi benim sürpriz adaylarındandı ve kaliteli kadrolarıyla bu turnuvada var olabilecekleri imajı çiziyorlardı. Bununla birlite Vittek, Holosko, bugüne kadar forma giymemesine rağmen Marek Sapara ve son olarak da Miroslav Stoch gibi bizden isimlerin olması da bu takımla daha çok haşır neşir etti bizi. Onlar da ellerinden geleni yaptı ve gruptan çıktılar fakat henüz ilk kez bu deneyimi yaşayan tecrübesiz bir takım olan Slovakya muhtemelen daha fazla ilerleyemeyecektir, Hollanda karşısında pek şans tanımıyoru onlara.
Bu turnuvanın en fazla saygı gösterilmesi gereken takımlarından biri de Yeni Zelanda. Futbol yapısı ve oyuncu kalitesiyle, alt sıralarda oynayan bir Premier Lig takımından farksız bir takım Yeni Zelanda. Buna rağmen ellerinden gelenin fazlasını yaptılar, namağlup şekilde bitirdiler turnuvayı ancak topladıkları 3 puan onları gruptan çıkarmaya yetmedi. Bu 3 puan belki onları gruptan çıkarma ama topladıkları puanlar özellikle de İtalya'dan aldıkları 1 puan grubun kaderini belirledi. O gün, Zelanda kalecisi Mark Paston ve futbol tanrıları, şüphesiz, onların ve Slovakya'nın yanındaydı.
G GRUBU
Her turnuvanın ritüelidir, grupların belli olmasının hemen ardından bir ölüm grubu belirlenir, pek çoklarına göre de bu gruptu 2010'un ölüm grubu, benim için D Grubu daha sert bir gruptu ama neyse konumuz bu değil tabi. Grubun kesin favorisi Brezilya bu kez çok daha farklı bir Brezilya görüntüsünde. O yıldızlara dayalı futbol oynayan, 3 atan, 5 atan, uçan, kaçan Brezilya'dan çok daha farklı bir takım. Kaka ve biraz da Robinho'dan başka o eski anlamdaki yıldızlardan barındırmayan, takım oyununu temel alan bir Brezilya var turnuvada. İlk maç sonrasında da bahsetmiştik, yeni Brezilya belki Kore maçında kapalı defansı açmakta zorlanmış olabilir ama ilerisi için Dunga'nın oynatmaya çalıştığı futbol çok daha uygun. Çeyrek finaldeki olası bir Hollanda eşleşmesinden sağ çıkarsa final yolu çok açık ve benim de şampiyonluk için en büyük favorim Brezilya.
Portekiz ve Fildişi çok sert geçen ilk maçta bir birlerine nefes aldırmadan oynayıp sahadan 0-0la ayrılırken bir anlamda bu Kore'ye çok atan kazansın mesajıydı, ki Portekiz 7 attı ve işi bitirdi. Brezilya'dan aldığı 1 puan da 2.turun tesciliydi. Hak eden taraf çıktı da diyebiliriz aslında. Portekiz Fildişi'nden daha iyi bir takım görüntüsü çizdi turnuvada. Kuzey Kore ise bu turnuvadan sonra aklımda hep Brezilya maçı öncesinde, ulusal marşlarının okunması esnasında, Asyalı Rooney, Jong Tae Se'nin göyaşlarıyla kalacak.
H GRUBU
Kupanın en önemli adaylarından İspanya gruba İsviçre mağlubiyetiyle başladı.Daha sonra aldığı iki galibiyetle grubu lider bitirdi ama onlardan beklenen performanstan çok uzaktalardı. Iniesta ve Torres'in sakatlığının etkilerini halen hissetmeleri ve hiç bir varlık gösterememeleri İspanya'yı çok olumsuz etkiledi ama ilerleyen turlarda böyle devam edeceklerini düşünmüyorum pek. İspanya Barcelona'nın oynadığı futbola çok yakın bir anlayışla mücadele ediyor, onların pas futbolunu uygulamaya çalışıyorlar fakat henüz bu sistemi mükemmelleştiremediler. Bunda en önemli pay da oyuncu performansları.
Güney Amerika elemelerini fiyakalı bitiren bir diğer takım Şili de zor da olsa gruptan çıktı. Son maçta İsviçre'nin zayıf Honduras'a karşı bir türlü golü bulamaması, Şili ve İspanya'yı bir üst tura taşıyordu 2-1 'lik İspanya galibiyetiyle ve maçın son 15 dakikası da bize 2000'deki Galatasaray-Sturm Graz maçından kesitler sunar nitelikteydi, iki takım sadece pas yaptılar, zamanı öldürdüler ve sonunda da maçı istedikleri gibi bitirdiler. Hiç hoş şeyler değil tabi bunlar ama elenen takım İsviçre ve çıkan takımlar da Şili ve İspanya olunca üzülmek hiç içimden gelmiyor. Hücum futbolunun sayılı temsilcilerinden Şili'nin ne yazık ki önü kapalı gibi duruyor ikinci turda rakipleri Brezilya olacak. Bir de Şili'nin eksiklerini düşünürsek hiç kolay değil çeyrek finali bulmaları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder