30 Aralık 2010 Perşembe

Trabzonspor'un Transfer Politikası: Şota Örneği

2010-2011 sezonu Ocak Ayı Transfer Sezonu'nda kadrosuna takviye yapmak isteyen, lig lideri Trabzonspor'un listesine baktığımızda, Güney Amerikalı oyuncuların çokluğunu görmekteyiz. İlk yarı devam ederken, büyük umutlarla transfer edilen Teofilo Gutierrez'in yönetimden izinsiz olarak ülkesine dönmesi sonucunda, Trabzonspor yönetimi, ileri uçta görev yapacak bir oyuncu araştırmasına başladı. Fakat kulüp yönetiinin,bu araştırma sürecinde atladığı nokta, alınacak oyuncunun ne türde bir kültürden gelidiğine dikkat etme zorunluluğudur.



Son yıllarda net olarak görülen, birkaç sıradışı örnek haricinde, ülkemize gelen Güney Amerikalı oyuncuların sürekli sorun çıkardığıdır. Trabzonspor da, bu konuda en çok çeken takımlardan biridir. Yukarıda da belirttiğim gibi, yönetimin şu an forvet aramasının sebebi, Güney Amerikalı Teofilo'nun nedensiz bir şekilde takımdan ayrılmasıdır. Ayrıca, 30 Aralık 2010 tarihinde başlayan Antalya Kampı'nın ilk gününde kampa katılmayan oyuncuların Jaja, Colman ve Alanzinho olması da, Trabzonspor yönetiminin yeni oyuncu transferinde göz önünde bulundurması gereken bir ayrıntı.



Trabzonspor tarihine baktığımızda, en başarılı yabancı oyuncunun Gürcistan patentli Şota Arveladze olduğunu görmekteyiz. Şota tabi ki çok yetenekli ve ahlaklı bir sporcu olduğu için başarılı oldu, ancak Trabzonspor özelinde başarılı olmasının en önemli sebebi, Karadeniz Kültürü'ne çok uzak olmamasıdır. Sadri Şener, bir röportajında, şu açıklamalarıyla yabancı oyuncu transferlerinde yaşadığı sıkıntıyı anlatmaya çalışmıştı :

'Yıldız sayılabilecek bir oyuncu ile anlaşıyoruz. Adam önce İstanbul'a uçuyor, orada birkaç gün kalıyor, büyük şehir örneğini görüyor. Sonra ona, İstanbul'dan daha 2 saatlik bir uçak yolculuğu ile Trabzon'a varacağımızı söylüyoruz. Orda zaten biraz bozuluyor. İstanbul'u gördükten sonra, Trabzon'daki hayat adamı kesmiyor. Bu sebepten, biz oyuncularımıza, izin günlerinde İstanbul'a gitmeleri için her türlü kolaylığı sağlamaya çalışıyoruz. '



İşte tam da bu noktada, Şota için Trabzon'da yaşamak gayet normal bir durum oldu. Ancak Güney Amerikalı hatta Orta Avrupalı oyuncuların Trabzon'daki hayata alışmaları gerçekten zaman alıyor.

Ligdeki konumu ve Şenol Güneş farkı ile tam bir takım olan Trabzonspor'un yeni transferinin de bu havayı bozmayacak bir isim olmasında dikkat edilmeli. Listedeki Güney Amerikalılar yerine, son günlerde adı Trabzonspor'la anılan, Liverpool'da top koşturan Sırp Jovanovic, Trabzonspor için çok daha doğru bir isim olacaktır..

22 Aralık 2010 Çarşamba

2010-2011 Spor Toto Süper Ligi İlk Yarı Panaroması

2009-2010 sezonu sonunda ortaya çıkan süpriz tablo, birçok Anadolu kulübünün ligin üst sıralarına tırmanmak için olan iştahını arttırmıştı. Bursaspor'un İstanbul büyüklerine ile karşılaştırıldığında gayet mütevazi bir kadro ve bütçeyle ligin zirvesine oturması, ligin çehresini tamamen değiştirdi.



Birçok futbol yorumcusu, bu değişimin sadece bir senelik geçici bir durum olduğunu savundu, ancak 2010-2011 sezonu ilk yarısına baktığımızda, Türkiye Ligi'ndeki Anadolu devrimi aynen devam etmekte. Geçen sezonu Türkiye kupasıyla kapatıp, son maçta şampiyonu değiştirerek 'Yılın Etkili Elemanı' olarak gösterilen Trabzonspor, Şenol Güneş önderliğinde ligin zirvesinde. 3 büyükler, birbirlerinin başarısızlığı sayesinde ağır eleştirilerden şimdilik korunmakta gibi gözüküyor. Düşünün ki 2 kez Avrupa'dan elenmiş, ligde de büyük bir puan farkı ile 3. sırada olan Fenerbahçe'de bile, ortada bir kriz ortamı yok. Çünkü ezeli rakipleri Galatasaray ve Beşiktaş, gayet başarısız grafiklerini korumada büyük başarı göstermekteler.

Ligin marka değerinden dem vuran bizler, bunun en basit sonucu olarak, Avrupa'da Aralık ayı itibari ile kaç takımla temsil edildiğimize bakmamız, vaziyeti gözler önüne sermeye yeter sanırım. Sadece Kupa 2'de temsil edilen Türkiye'den Beşiktaş'ın bu ligde yalnızları oynaması, ülkemiz futbolunun kalitesini ortaya koymakta.

Tabi ki durum bu kadar da karanlık değil, en azından bu coğrafya sınırlarında. Kuruluşundan beri belki de ilk kez böyle büyük bir rekabete sahne olan Türkiye Ligi'ni heyecan ile seyretmekteyiz. Anadolu ekiplerinin gelirlerinin artması ve yeni jenerasyon Türk teknik direktörlerin başarıları sayesinde artık İstanbul'a gelip 3 puan almak rüya değil. Galatasaray'ın iç saha puan durumunda 17. sırada olması, son günlerini yaşayan Ali Sami Yen Stadyumu'nun rakipleri için ne denli güzel bir mekan olduğunu göstermekte.

İlk 17 haftanın resmi bu. Şimdi buyrun, ilk yarının 'en'lerine hep beraber bakalım ...

İlk Yarının Teknik Direktörü : Şenol Güneş

Hiç elim titremeden yazabildiğim bir isim Şenol Güneş. Düşünün ki 2004 Avrupa Şampiyonası elemeleri sonunda Milli Takım görevinden kovulduğunda, Türkiye'deki kariyer sorgulaması saç stili seviyesine kadar düşmüştü. Ancak Güney Kore deneyiminden sonra daha da bilgeleşerek memleketine dönen Güneş, kadrosundaki tüm oyunculardan yüzde yüz seviyede verim almayı başarmakta. Sportif başarı haricinde, mantıklı açıklamaları ile tüm futbol dünyasını eğitmeye devam ediyor. Bursaspor deplasmanından sonra Engin Baytar'un saha ortasında üçlü çektirmesi ile ilgili olarak 'Cenaze evinde düğün olmaz, Engin hata yaptı' demesi, kariyerinin en başarılı dönemini geçiren yine Engin ile ilgili olarak 'Biz onu yukarı çekmeye çalışıyoruz, o bizi aşağıya çekmeye başlarsa futbol hayatı biter.' demesi, oyuncuları üzerinde nasıl bir babacan otoriteye sahip olduğunu gösteriyor. Türk Spor basını da şu günlerde ona iade-i itibara hazırlanıyor..



İlk Yarının Altın 11'i

Kaleci: Onur Kıvrak

Performansını bile göz önünde bulundurmasanız, ilk yarının düzenli olarak oynayan kaleciler arasında en az gol yiyen kalecisi. Geniş çerçevede baktığımızda ise, Şenol Güneş gibi efsane bir kalecinin direkt onu kalede tercih etmesi, onun ne denli yetenekli olduğunun bir teminatı. İlk Yarı'da performansı ile göz doldurdu, yeni dönem Ulusal Takım'da Volkan Demirel'e önemli bir rakip olduğunu gösterdi.

Savunma Dörtlüsü: Serkan (TS)-Egemen (TS)-Ömer Erdoğan (Bursaspor)-Hasan Ali Kaldırım (Kayseri)

Serkan ve Ömer'in yüksek performansları, adeta 2. baharı andırmakta. Serkan, Gençlerbirliği yıllarından sonra en yüksek performansını sergiliyor. Özellikle defansif yönlerini de geliştiren Serkan, Ulusal Takım'da Sabri ve Gökhan Gönül ile aynı pozisyonu paylaşmanın şanssızlığını yaşıyor. Ömer Erdoğan, takımının liderliğini yapmaya devam ediyor. Özellikle Sağlam Hoca'nın özel taktiği sayesinde takımının hücum gücüne de yardımcı olan Ömer, kariyerinin son yıllarında, en verimli dönemini geçiriyor. Egemen, eski bir Bursasporlu olarak Ömer gibi yüksek bir performans sergiliyor. Tekniğinin çok yüksek olmamasına rağmen, mücadelesi ile takımını zirvede tutunmasında büyük bir yardımda bulunuyor. Hasan Ali ise Kayseri'nin başarıyla uyguladığı gurbetçi arama ağına takılan değerli bir isim. Sol kanatta savunma-hücum dengesini mükemmel olarak dengeleyen Hasan Ali, Ulusal Takım'ın sorunlu bölgesi olan sol beke bir çare olabilir. Hiddink de Hasan Ali'ye olan ilgisinden bahsetmişti özellikle Kayserispor - Beşiktaş maçı öncesinde ve sonrasında. Hiddink projesinin içinde bulunacak isimlerden birisi olacağı şüphesiz.

Orta Saha Dörtlüsü: Selçuk (TS)- Alex (FB)- Guti (BJK)- Ergiç (Bursaspor)

Guti'nin ligimizin değerini bir tık arttırdığını söylememek futbol cehaleti olurdu herhalde. Ayrıca bu deneyim, Guti için de çok yeni. Tüm kariyerini Real Madrid'de geçiren İspanyol yıldız, ilk kez bir takımın en önemli oyuncusu rolünü üstleniyor ve bu durumdan zevk aldığı her halinden belli oluyor. Alex'in 7 senelik Türkiye kariyerine baktığımızda, bu listede olmasının süpriz olmadığını görebilirsiniz. Aykut Kocaman ile yaşadığı gerginlikler, performansını biraz daha arttırdığı söylenebilir. Bu durum Aykut Hoca'nın başarısı olarak sayılabilir mi, tabi ki bir tartışma konusu. Tek gerçek olan, Alex'in gol ve asist krallığı sıralamasında gene ligin tepesinde olduğudur. Selçuk ve Ergiç de, ön liberosuz oynayan takımlarında, ekiplerinin savunma ve hücum dengesini sağlayan en önemli oyuncular. bu iki ekibin de ligin tepesinde olduğunu düşünürsek, ilk yarıda harika işler çıkarttıklarını söylemek doğru olur.

Hücum İkilisi Emenike (Karabük)- Niang (FB)

Geçen yılın bir alt liginin gol kralı olan Emenike'nin, hemen bir yıl sonra aynı performansını bir üst ligde devam ettirmesi, onun ne kadar önemli bir golcü olduğunu gösteriyor. ÖZellikle, takımının bir diğer temel taşı olan Cernat'ın sakatlanmasından sonra da aynı performansına devam eden Emenike'nin Nijerya Ulusal Takımı'na henüz davet edilmemesi, bizim yöneticilerimizin üstünde durması gereken bir durum gibime geliyor. Fenerbahçe belki son yıllarda en önemli ve en doğru transfere imza attı. Çünkü Avrupa çapında belki de performansı en garanti oyunculardan biri olan Niang'ı takımlarına kazandırdılar. Fenerbahçe özelinde güzel olan taraf ise, Niang'ın Türkiye şartlarına çok kısa sürede uyum sağlaması oldu. Bu performansı ile takımının son 2-3 kötü yabancı golcü deneyimi unutturdu Niang.

İlk Yarının Takımı: Trabzonspor

Geçen yıl önce Türkiye Kupası'na uzanan, daha sonra da son hafta Şükrü Saraçoğlu Stadı'ndaki onurlu performansı ile ligin şampiyonunu değiştiren Güneş'in ekibi, bu yıl ligin tozunu atmayı başarmakta. Bu başarısının en önemli mimarı tabi ki saç uzmanlarının nefret ettiği Şenol Güneş.



İlk Yarının Hayal Kırıklığı: Galatasaray

Bu hayal kırıklığı sadece ilk yarı sonucunda yaşanmıyor tabi ki. Son 5 sende 6 teknik adam değiştiren, her yıl sonunda revizyona giden bir ekip haline geldi Galatasaray. Halbuki başarının anahtarı kendi tarihinde yatıyor. Türk Futbbolu'nun zirvesini yaşadığımız 1996-2002 yılları arasında sadece 2 teknik adamla çalışan ve kadrosunu hemen hemen koruyan Galatasaray, bu süreçte 4 şampiyonluk, bir UEFA Kupası, bir Süper Kupa, bir de Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali başarısı kazanan bir ekip idi. Galatasaray'ı yöneten 'uzmanlar'ın, sadece Galatasaray tarihinde feyz almaları yeterli olacaktır.



***

Dileriz ki, ikinci yarı, ilk yarıdan çok daha heyecanlı ve çekişmeli geçer, biz de futbol kamuoyu olarak sadece futbolunda kalitesi ile ilgileniriz..

19 Aralık 2010 Pazar

5 Sezon Önce vs Bugün, Aydın Yılmaz

Takvimler 2006 yılının Ocak ayının 22'sini gösterirken Türkiye 1.Ligi'nde 2.yarının ilk haftası oynanıyordu. Zirvenin iddialı ekiplerinden Galatasaray, zorlu Konya deplasmanındaydı ve maçın sonu gelmesine rağmen galibiyeti getirecek skoru bulamamıştı. Mücadele 0-0 devam ederken 84.dakikada teknik direktör Erik Gerets 18 yaşındaki yetenek Aydın Yılmaz'ı oyuna aldı. Genç oyuncu maçın uzatmaları oynanırken attığı golle takımına kritik bir galibiyet kazandırırken, Türkiye'ye de kendini tanıtıyordu.

Bugün tam 5 sezon olmuş o günden beri. Galatasaray yine Konya deplasmanında, skor yine 0-0 iken 80.dakikada teknik direktör Gheorghe Hagi oyuna Aydın Yılmaz'ı aldı. Bu ilginç tesadüf, Aydın'ın gelişimini göstermesi açısından maalesef çarpıcı bir resim. Aydın hala 23 yaşında ve çoklarının aksine bence hala gelişebilir. Bunu kendisi fark etsin yeter.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Ali Sami Yen'e Veda

Konuk yazarımız Hıfzı Rıza Çıkıkçı'ya Ali Sami Yen ile ilgili hatırası için teşekkür ediyoruz.

İnsanı hayatında oyalayacak şeyler azaldığında aklına gerçek aşkı gelir derler. Öyle bir dönemdeyiz tam da tesadüfle 2 dostumla daha birlikte. Sene 2006, kupada Kadıköy'de 2-1 verdiğimiz maçın rövanşı var. Var da ben İzmir'de yaşıyorum, haliyle maç hafta içi, eczacılık öğrencisiyim laboratuvar dersim var maç günü, gitmezsem kalacağım, ertesi gün sınav var derken fazla uzatmayayım tek yol aksam uçakla gitmek. Maçtan sonra da otobüse atlayıp dönmek. "Gider miyiz gideriz tabi oğlum" diye bir arkadaşı daha gazlayıp, İzmir'den atlıyoruz uçağa. Saati çok kritik ama, indikten 1 saat sonra maç var. Eh indik uçaktan. Bindik taksiye trafik muazzam tıkalı, şoför abi de bizden çıktı bütün numaralarını sergiliyor ama yok mümkün değil. Neyse maça 10 dk kaldı otobandan Sami Yen'e ayrılan yolda tamamen durdu trafik. Dedi "İnin yürüyün", daha çabuk gidersiniz. "Tamam" dedik atladık. Başta 3 kişiydik dediklerimin diğer 2si de bizi bekliyorlar durmadan söverek, mesajlar falan. Bir koşuşumuz var arabaların arasından, yönetim görse Ribery kaçtı diye üzülmeyecek. Düdük çaldı çalacak büfede yakaladık bizimkileri kan ter, kalan biraları sallayıp sprinte devam, devam da statta da izdiham. Zaten 2 saat önceden gelsek zor yer bulacakmışız eski açıkta. Yarı görür yarı görmez ama hep bağırır, gollere sevinir görmese de vaziyetinde rüzgar gibi geçti maç. 3-2 aldık ama elendik.

Çıktık bindik döndük. Hiç olmamış gibi. Rüyada sevdiğini görürsün ya hani, hem sevindiren hem üzen rüyalardır onlar, kalbin deli gibi uyanırsın bir de bakmışsın geçmiş herşey öyle işte. Sevgili ya adı üstünde seviyosun ya işte üzse neolacak ki. Sevmişsin ya sevindirmiş ki. Ağlatmış ya sevinçten. Ben o yolları koşmuşum da nolmuş. E aşıksam ben sana, seni var eden adama ,senin yaşadığın yer olan mabede de aşığım tabi ya. Benim de evimdi orası. Biliyorum bu yüzden gidişat kötü bu yıl çok üzülüyosun evinden ayrıldığın için, ağlıyorsun, bizi de ağlatıyosun ama 'etme' demiş Mevlana, sen üzülürsen biz ölürüz be Galatasarayım. Yeni evimizde çok daha güzel şeyler yaşayacağız üzülme. Birlikte alışacağız. Orası da yuvamız. Bu arada seni çok özledim. Sevgiler , saygılar...

7 Aralık 2010 Salı

Attila Gökçe


Spor yazarlığı, Türkiye'de en çok talep edilen mesleklerdendir. Hatta futbola meyli olan herkes kendini bir miktar spor yazarı da görür. Milletçe en iyi bildiğimize inandığımız daldaki uluslararası başarısızlıklarımız küçük bir tezat olarak arka planda kalmaya devam etsin. Çünkü bu yazının konusu Atilla Gökçe.
Ustayı yıllardır okurdum da, canlı dinlemek, daha yakından tanımak yepyeni bir deneyim oldu benim için. O an, spor yazarlığında birikimin ne denli önemli bir basamak olduğunu daha iyi kavradım. Zira karşımda ayaklı bir kütüphane, yürüyen derya deniz duruyordu. Son derece mütevazi, bir o kadar da babacan, "o anlatsın siz sabahtan akşama dinleyin" insanı. Söyleyişisinin konusu "Olimpiyatlar ve Olimpizm Ruhu" idi fakat o kabından taşan deneyimlerinin akıp gitmesine engel olmayarak dinleyenlere fevkalade bir söyleşi sundu. Dile kolay, öğrencilik yıllarında başlayan ve 46 yıla ulaşan mesleki tecrübe. Kah 82 olimpiyatlarına götürdü bizi, kah bugünün şımarık futbolcularından dert yandı.
Nüfusu gün geçtikçe artan, ve 1 günde tepeden iniveren, 2 lafı biraraya getiremeyen futbolcu eskilerinin sayısının gün be gün arttığı spor yazarları ailesinin duayenlerinden sevgili Atilla Gökçe'ye Bandiera's'ın saygı duruşudur bu.