8 Şubat 2011 Salı

Hagi'nin Psikolojisi

Bir Galatasaray efsanesi olarak, 2. kez takımın başına getirilen Gheorghe Hagi'nin, takımın başına geçme şekli, her iki dönemde de aynı şekilde oldu. İlk dönemde büyük umutlarla takımın başına 2. kez gelen Fatih Terim'in yerine geçen Hagi, bu başarısızlığa karşı tepkiyi biraz azaltmak için takımın başına getirilmişti. Ne de olsa hiçbir Galatasaray taraftarı, Hagi'ye 'hayır' diyemezdi.

2. Hagi dönemi de bu şekilde başladı. Büyük umutlarla takımın başına gelen Frank Rijkaard ardından göreve getirilip, taraftarın gazı alındı. Bu sayede takıma, taraftarlar tarafından 'Hagi Kredisi' sağlanmış oldu.

Şu ana kadar, durumlara ve psikolojiye hep Galatasaray ve Galatasaraylı tarafından baktık. Şimdi duruma biraz da Hagi ekseninden bakalım.



Hagi'nin teknik direktörlük kariyerini burada açıklamaya gerek yoktur sanırım. Hocalık kariyerini futbolculuk kariyeri ile karşılaştırdığınızda, ortaya büyük bir dengesizlik çıkıyor. Hagi'nin, 2. Galatasaray döneminden önce, akademisinin başındayken, çalışabileceği en büyük mecralar şunlardı :

1. Galatasaray
2. Romanya Milli Takımı
3. Steau Bükreş

Bu üç ekibin de başına gelme ihtimalinin yüksek olmasının sebebi, hocalık yetenekleri değildi, o takımlarda efsane futbolcu olması idi. Yani Avrupa'da hiçbir kulüp, Hagi'yi büyük bir hoca olduğu için takımın başına getirmez. Bunun için hocalık CV'sine bakması yeterlidir.

İşte bizim bildiklerimizi Hagi de biliyor. Taraftarın gazını almak için kullanıldığını hepimizden iyi biliyor, bu takımın başında olmasının yegane sebebinin 96-2001 yıllarında yaşananlar olduğunu biliyor. Ancak, hoca olarak kendini ispat etmek istiyor.

Daha önceki bir yazımda bunu belirtmiştim, bu seneki Fenerbahçe - Galatasaray maçı'nda eli güçlü olan Hagi'ydi, çünkü ondan o maç için hiçbir beklenti yoktu. Bu durumun devamı, ilk yarının diğer maçlarında da sürdü. Ancak devre arasında yapılan transferlerden sonra, takım Hagi'nin ekibi oldu, ve sorumluluk daha da arttı.



Hagi'nin son dönemdeki garip çıkışları da buna bağlı tabi ki. En ufak bir başarısızlıkta, -ki bu da Türkiye Kupası'nın alınamaması olarak görülüyor - Hagi gönderileceğini biliyor. Ve kendini ispat edebileceği 3 ekipten bir tanesi otomatikman elenmiş oluyor. Kendi kariyerinde çok büyük bir dönüm noktası belki de bu. Önümüzdeki sezonun sonunu -ne şekilde olursa olsun- görebilmek, onun için rüya gibi geliyor an itibariyle. Bu güvensiz ortamda, Hagi'nin de ruh halinin iyi olmasını beklemek ahmaklık oluyor tabi ki.

Aslına bakarsanız 2. yarıda Hagi'nin oynatmaya çalıştığı futbolda çok büyük bir arıza yok. Elindeki imkanlarla, ısıran,sahaya her şeyini veren bir ekip yaratmaya çalışıyor, ancak bunu yaparken sahada bir 10 numara olmasını istemiyor. Misimoviç'in kadro dışı kalması da tam olarak buna takılıyor. Benim bu konudaki teorim şöyle; eğer ki futbolcu Hagi'yi klonlayıp teknik direktör Hagi'nin takımına koysaydık, 2 hafta sonra kadro dışı kalırdı..



Galatasaray'ın savaşan futbolu göze hoş geliyor, ancak ortada bir kalite eksikliği, özellikle son vuruşlarda hissediliyor. Bunu da net bir şekilde gören Hagi, bunu ortadan kaldırmak için daha çok hücumcuyla sahaya çıkıp, bu hücumcuların arkasını kollayacak adamları, en sert ve mücadeleci olanlarından seçiyor. Mesela Sabri'nin bu üçlü arasına girmesinin en önemli sebebi de bu olmalı, Serkan Kurtuluş'un büyük yetenekleri değil.

Kısacası, Hagi bizim bildiklerimizin tamamının farkında. İşte bu yüzden basın toplantılarında deliriyor, sinirleniyor. Yoksa, sahadaki oyuncuların yeteneklerini gördükten sonra, yaşlandığına sevineceğini hiç zannetmem...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder