22 Eylül 2010 Çarşamba

Hangi Marka'nın Değeri ? (I)

Geçtiğimiz sezonun sonuna doğru yapılan yayıncı kuruluş ihalesi, ülke futbolundaki ekonomik büyümenin bir kanıtı olarak karşımıza çıktı. İhalenin çok çekişmeli geçmesi, talip olanların güçlerinin tartışılmaz olması gibi sebeplerden dolayı, ihale sonunda ortaya çıkan rakam, Türk Futbolundan yakın gelecekteki beklentilerin artmasına neden oldu. Haklı olarak, yayıncı kuruluşun futbol kalitesi ile ilgili kaygıları vardı. Böyle büyük bir rakamı ödeyip, müşterilerine ürün olarak kaliteli futbolu tanıtmak istiyorlardı. Bu güzel dileklerle sezon başladı, bazı takımlarımız büyük transferler ile yeni sezona girdi. Hep bahsedilen, sürekli üzerinde durulan ‘marka değeri’ni bu büyük oyuncularla elde edeceğimizi zannetti birçokları Ancak marka değeri kavramını tam da temelden ıskaladığımızın kimse farkında değiil ne yazık ki.. Buyrun ülke futbolunun ‘marka değeri’ni zedeleyen başlıca problemlerine bir göz atalım :



• Geçtiğimiz yılki başarısız sezondan sonra 2010-2011 sezonuna iddaalı girmek isteyen Beşiktaş başkanı Yıldırım Demirören, ve ekibi, bir çok büyük transfere imza attı. Bir önceki yıl –her ne kadar kariyerinin en başarılı dönemini geçirmese de – ülkemizi yurtdışında başarıyla temsil etmiş Nihat Kahveci’yi transfer eden Demirören, bir sonraki sezon Guti, Quaresma ve Hilbert transferleriyle ülke futbolunun o dillere pelesenk olan ‘marka değeri’ni arttırdığını savunabilir. Uluslararası basında daha çok tanınır olduğu doğru Beşiktaş’ın, ancak İnönü Stadı’nın içler acısı halini görünce, benim nezlimde ne tanırlılığın bir anlamı kalıyor, ne de büyük yıldız transferlerinin. Vakt-i zamanında ülkemize gelen en büyük hocalardan olan Juup Derwall’e, yeni sezonda hangi oyuncuyu istediğini soran Alp Yalman’ın aldığı cevap, Derwall’in Galatasaray’daki devrimi nasıl başlattığını gözler önüne seriyor:

- Yıldız oyuncu istemiyorum, antreman sahalarını çimlendirin, benim için yeterlidir.

Düşünün ki kulüplerimiz her sezon transfere milyon avrolar harcarken, alt yapı çalışmalarını sürekli es geçtiler. Galatasaray, Ali Sami Yen’in çökmesine yakın, bir stadı ancak bitirebildi. Saraçoğlu ve İnönü Stadılarının zeminleri de içler acısı halde. Sadece büyüklerde durum bu halde değil, örneğin geçen hafta oynanan Bucaspor-Galatasaray maçında da görüldü ki, yıllardır birinci ligde takımı olmayan İzmir’in de birinci lig için zaten bir hazırlığı olmamış. İzmir gibi ‘adamı eksen çıkar’ şeklinde bahsedilen topraklara sahip bir yerde, saha çimlerine bakamamak gerçekten olacak iş değil.



ÇÖZÜM: Bu yazıda ilk bölümlerde sorunları örnekleriyle okuyacaksınız. Daha sonra da çözüm yolları üzerine birkaç satır okuyacaksınız. Ancak bu sorunlar ile ilgili genel çözümüm, ciddi, bağımsız ve profesyonellerden oluşan FUTBOL KULÜPLERİNİ DENETLEME KURULU’nun kurulmasıdır. Yukarıdaki ilk sorun olan takımların statlarındaki problemleri de bu kurulun tesislerden sorumlu departmanı ele almalıdır. Birkaç mühendis ve profesyonelle kurulacak bu kurul, UEFA kriterlerini baz alarak gerekli kontrolleri sezon öncesinde ve periyodik olarak sezon devam ederken yapmalıdır. Hiçbir devrim kansız olmaz, bu sebepten denetlemeler sırasında kendini yenilemeyen kulüpler gerektiğinde küme düşürülmelidir, ağır cezalar almalıdır. Böylece diğer ekipler de , takımın adı ve rengi ne olursa olsun kanunların herkes için eşit olduğunu görerek kendilerini yenilemek zorunda kalacaklardır. Her transfer sezonunda ortalama 30-40 milyon avro harcayan takımlar, o harcamalarından yüzde 10-20 arasını bu çalışmalara ayırarak, aldıkları yıldızların bir alt ligde oynamasını engellerken, tesislerini de geliştirmiş olacaklardır. Zaten bir süre sonra belli bir seviye gelecek olan tesislerin sadece bakım çalışmasına ihtiyacı olacağı için, yakın gelecekte harcamaları minimuma inecektir.



• 20 Eylül Pazartesi günü oynanan Gaziantepspor-Bursaspor maçı, 2. yarısında bir taraftarın attığı taşın yardımcı hakeme isabet etmesi sonucu tamamlanamadı. Hakemin maçı iptal etme sebebini yada daha önce buna benzer olaylarda verilen kararların tutarlılığını falan tartışmayacağım. Bu, sadece tartışmayı uzatr, ortaya bir çözüm getirmez. Asıl tartışmamız gereken, bu olayların nasıl olduğu, o taşların oraya nasıl girdiği, statlardaki güvenliğin ne seviyede olduğu, stata gelen kesimin seviyesi gibi konulardır. Gaziantepspor teknik direktörü Tolunay Kafkas’ın maçtan sonraki zehir zemberek açıklamaları, ülkede adaletin eşit dağıtılmadığı ile ilgiliyidi. Özellikle de maçtan ağzı yanan tarafın hocası olarak bu açıklamalar doğru olabilir, ancak Kafkas Hoca bunlar yerine kulübünün stadyumundaki güvenlik probleminden yakınsaydı, Derwall devrimine benzer bir işe imza atmış olurdu. Aynı şekilde maç sonrası açıklamalar yapan Gaziantepspor başkanı İbrahim Kızıl’ın uzun açıklamalarının özellikle bir bölümü çok dikkatimi çekti. Kızıl, taşı atanın belki de Antep taraftarı olmadığını, bir provakatör olabileceğini söyledi. Antep şehrinin centilmeliği ile tanındığı bir gerçek, ancak o stada gelen Antep taraftarından da, misafir takım taraftarından da provakatörlerden de o stadın görevlilerinin sorumlu olduğunu ıskalıyor ne yazık ki başkan.

ÇÖZÜM: Çözüm için bizden daha ilerde futbol geleneği olan ülkelere bakmak bile yeterli olacaktır. Tabi ki bazılarınız, İtalya ve İspanya’da da buna benzer olaylar yaşandığını söyleyebilirsiniz. Doğrudur, bizim gibi ateşli Akdenizliler olan özellikle İtalyanlarda bu tarz olayla yaşanıyor. Ancak bu olayları yaratanların aldığı cezalar, bizim ülkemizde adam öldürmenin karşılığı olan cezalara tekabül ediyor neredeyse. Bu olayları engellemek için yapılacak ilk şey, denetleme kurulumuza bir adet Güvenlik Birimi eklemek olacaktır. Profesyonellerden oluşacak bu kurul, ilk olarak kulüplere sert yaptırımlar uygulamalıdır. Acil olarak her kulübün kendi güvenlik eklpleri oluşturulmalıdır. Bu ekip spor güvenliği konusunda gerekli eğitimi almış olmalıdır. Daha sonra her stada kurulacak güvenlik merkezi ile, statların dört bir yanındaki kameraların yardımıyla huzur bozan kişilerin yakalanması kolaylaştırılacaktır. Statların hangi bölümünde olursa olsun her seyirci , biletinin işaret ettiği yerde bulunması zorunluluğu şarttır. Bu sayede bilet alırken kimlik bilgilerini veren kişilerin gerektiğinde yakalanması çok kısa bir sürede sağlanabilir. Bu değişimin ısınma süreçlerinde büyük zorluklar olacağı doğrudur, ancak stada gelen insanların bu duruma alışması halinde, bahsedilen marka değeri zımbırtısının bir kutucuğu daha dolacaktır..



• Ülke futbolunun bir diğer problemi ise, teknik direktör sirkülasyonudur. Düşünün ki ligin henüz 4. Haftasında ekiplermizden biri, hocasını gönderip yeni bir hoca ile anlaşabiliyor. Buradaki çarpıklık, teknik direktörlerin ve hatta futbolcuların bir sezon içinde en çok 2 takım formasıyla mücadele etmesine izin veren sistemin, kulüplere sınırsız hoca değiştirme hakkı vermesidir. Buradaki çifte standart, ne yazık ki teknik direktörlerimizin de yardımıyla çok yanlış bir noktaya doğru ilerlemekte.

ÇÖZÜM: Teknik direktörlere getirlen takım değiştirme sınırlamasının aynısı , kulüplere de getirilmelidir. Bir sezon içinde bir takım ancak 2 farklı teknik direktör tarafından çalıştırılabilir maddesiyle , bazı kulüplerimiz mecburiyetten de olsa hocalarına bir süreliğine sabır göstermek zorunda kalacaklardır. Bu bahsettiğimiz kanlı süreçten sonra da bu ülke futbolu geleneğini değiştirmiş bir geçiş kuralı olarak tarihte yerini alacaktır.



• Bir başka sorunumuz ise, kulüplerin alt yapıdan yeterli desteği alamaması, aynı zamanda özellikle büyük kulüplerin alt yapılara gerekli yatırımı yapmamasıdır. Bu duruma iki yönden de bakabiliriz. Ülkemizde büyük olarak lanse edilen takımların alt yapılarından çıkan oyuncu sayısı son yıllarda bir elin parmaklarını geçmemekte. Ulusal takımın her seviyesindeki oyuncuların büyük bir kısmı bizim ülkemizden değil Avrupa’da top koşturan Türk asıllı oyunculardan oluşuyor. Bu kulüpler her yıl transfere milyon avrolar ayırırken, alt yapıya gerekli ödenekler ayırılmıyor, akademi tarzı okullar yerine yetenekleri gençlerin önüne spor yapmak ya da okuldaki eğitimine devam etmek tercihi baskısı oluşturuluyor. Bu paraların bir kısmı akademi çalışmalarına harcanması yerine, acele lokal başarıları kazandıracak yabancı oyuncular alınıyor, tüm yönetimler bu işin kolayına kaçıyor.
Bir diğer taraftan alt yapı oyuncularının A takımlarda bulduğu şanslar da ayrı bir tartışma konusu. Bir çok Avrupa ekibi, Şampiyonlar Ligi gibi büyük bir platformda bile 26’nın altında bir yaş ortalamasıyla mücadele ediyor. Örneğin, Şampiyonlar Ligi’ndeki tek ekibimiz olan Bursaspor’un karşılaştığı Valencia’nın teknik direktörü, bu karşılaşmada son oyuncu değişikliğini 18 yaşındaki bir oyuncuyu oyuna dahil etmek için yaptı. Bizim ülkemizde ise bir oyuncu 25’ine kadar genç olarak lanse ediliyor, ancak dünyanın en iyi oyuncularından olan Lionel Messi’nin henüz 23 yaşında olması ve Barça’da 17 yaşında şans bulmaya başladığını düşünürsek, bu yeteneklerden daha çabuk yararlanma yoluna gitmek çok daha sağlıklı olacaktır..




ÇÖZÜM: Denetleme Kurulumuzun bir adet de eğitim departmanına ihtiyacı ortaya çıktı böylece. Kulüplerimizin, eğitim kurumlarıyla ortak çalışmasını sağlayarak futbol akademileri kurulması sağlanmalıdır. Bu sayede yetenekli gençler hem futbollarını geliştirecek hem de temel eğitim-öğretimlerini bu akademilerden karşılayacaklardır. ABD’deki sistemdeki gibi, derslerinde başarısız olan sporcuların, bu durumun spor yapmalarını da etkileyeceğini bilmeleri sağlanmalıdır, böylece derslerinde daha başarılı olmaya yönlenecektir genç sporcularımız. Oyunculara şans verme konusunda ise düzenlenecek kural, 23 kişilik oyuncu kadrosunda en azından 3-4 alt yapı oyuncusunun yer alması sağlanmalıdır. Buna benzer durumlar İngiltere gibi her yıl transfere milyar sterlinlere yakın para harcayan bir ülkede bile geçerlidir. Bu sayede genç oyuncuların daha çok şans bulması sağlanmış olacaktır. Bir diğer yaptırım da genç oyuncuların psikologlar ile desteklenmesidir. Bir çok kulübümüz psikologlara sahiptir ancak özellikle 20’li yaşların başında olan yetenekli gençlerin daha çok desteklenmesi gerekmekterdir. Şu günlerde psikolojinin ne kadar önemli olduğunu Batuhan Karadeniz’in açıklamalarından, Arda Turan’ın üzerindeki baskıyı kaldıramamasından ve onlar gibi genç oyuncuların belli bir seviyeden sonra performans düşüklüğü yaşamalarından anlayabiliriz. Tabi bunların bir çoğunu doğru yapıp, son aşamada çuvallayan ekiplerimiz de var. Bu coğrafyanın en sistemli alt yapılarından birine sahip olan Bucaspor’un, bir üst lige çıktıktan sonra öncelikle hocasını daha sonra da neredeyse tüm oyuncularını değiştirmesi , insanın bu ülke futbolu ile ilgili umutlarını alıp götürüyor ne yazık ki...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder