9 Ekim 2010 Cumartesi
Almanya:3 Türkiye:0
'Son bir haftadır lige verilen arada tüm gözler bu maça çevrildi' diyeceğim ama kendim bile inanmıyorum açıkçası. Çünkü bir haftadır herkes Oğuz Çetin'in tutumu, Arda'nın sakatlığı, Rijkaard - Hiddink gerilimi ve en mühimi de Mesut özelinde gurbetçi oyuncularımızın durumuyla ilgiliydi. Herkesin derdi Mesut hangi milli marşı okuyacak, gol atarsa ne yapacaktı. İşin magazini, tekniğini taktiğini unutturmuştu. Durum böyle olunca son ana kadar maçın havasına da giremedik bir türlü. Sorun da burada başladı sanırım. Hadi bizim maçın havasına girememiz normal elbette de takım da havaya girememiş olacak ki, maça hiç gelmemiş gibiydi sanki.
Maça gelecek olursak, Hiddink maça 4-1-4-1 dizilişiyle çıktı. Aslında defansın önündeki o 1 olan Marco sakatlanıp çıkana kadar 3. bir stoper gibiydi, ondan önceki esas görevi de Mesut'u durdurmak ve topu rahat pozisyonda oynamasını engellemekti. Bu görevi mükemmel şekilde yerine getirdi ta ki sakatlanıp çıkana kadar. Orta sahanın kenarlarındaysa iki merkez orta saha karakterli oyuncu Özer ve Hamit vardı. Hamit alışık olmadığı sol kenarda, Özer'se alışık olmadığı milli takım formasıyla hatta genel olarak formayla (malum Fenerbahçe'de de pek göremiyoruz onu sahada) sırıttılar 90 dakika boyunca.
Almanya son dönemde yakaldağı müthiş bir form grafiğiyle geldi maça. Bu seride kaybettiği 60 dakika Klose'siz 10 kişi oynadıkları Sırbistan maçını kenara koyarsak son iki maçın biri Euro2008 finalinde diğeriyse Afrika2010 yarı finalinde İspanya'ya karşıydı. Hatırlayacağınız üzere, her iki maçta da İspanya topu ayağında tutup, rakibine hiç vermeyerek mağlup etmişti rakibini. Hiddink de maçtan önce bunu analiz etmiş olacak ki, bu 4 merkez orta saha orjinli oyuncunun birlikte oynadığı bir orta saha kurguladı ve bu şekilde topa sahip olmayı, savunmadaysa sahaya iyi yerleşimle Almanya'nın set oyunlarına engel olmayı planladı. Savunma kısmında bu formül özellikle golü yiyene kadar tutmuş gözükse de, hücum kısmında hiç tutmadı. Maçın başından sonuna kadar top da oyun da hep Almanya'nın kontrolündeydi.
Tutmayan bir formülü daha vardı Hiddink'in. Savunmadan çıkarken pas yaparak çıkmamızı istemişti takımından, tıpkı Almanya'yı iki sefer yenen İspanya gibi. Dediğimiz gibi bu formül de tutmadı, tutamazdı da. Eğer ki savunmanın göbeğinde Servet'le oynuyorsan bu oyunu oynayamazsın. Ama bugün bir kez daha gördüğümüz üzere Servet'siz hiç oynayamazsın. O zaman, bu oyunu oynamayacaksın. Hele ki yanında bu konuda Servet'le kapışabilecek bir Ömer Erdoğan varken.
Sol bekte Hakan Balta ve İsmail Köybaşı'nın sakatlıkları dolayısıyla aday kadrodaki isimler içinde o bölgenin saf oyuncusu kalmamıştı. Oraya devşirilen isimse Sabri oldu. Hiddink maç sonu açıklamasında, Müller'in içeri kat eden, diagonal bir oyuncu olduğundan bahsedip, Sabri'nin ters ayağıyla ve hızıyla onu durdurabileceğini düşünerek bu tercihi yaptığını açıkladı.
Hiddink'in nispeten tutan tek düşüncesi, oyunu tutmak adına Aurelio ve 4 orta sahalı sistemle oynadığımız sürede rakibe pozisyon vermedik. Hiddink oyunu oldukça geride kabul ederek, rakibin savunmadan rahatça çıkmasına izin vermeyi düşünmüştü maçın başında. Fakat Aurelio'nun sakatlığı bu planları da alt üst etti. Aslında etmeyebilirdi fakat Hiddink tercihini 180 derece değiştirerek tepki verdi bu sakatlığa. Selçuk'u alarak sürdürebileceği oyundan vazgeçip Tuncay'ı oyuna alarak oyun planını tamamıyla değiştirdi. Bu değişiklikle hem Nuri'nin hem Emre'nin daha geriye gelmesi, onların oyundaki etkinliklerini sıfıra çekti.
Hiddink'in öncelikli düşüncesi belli ki kazanmaktan önce kaybetmemekti, normal olarak. Fakat biz bu işi bir türlü beceremiyoruz ve beceremeyeceğiz gibi de. Bizim karakteristiğimizde yok dengeli oyun. Biz uçucaz, kaçıcaz, gaza gelicez, itiraz edicez, kavga edicez, coşkuyla oynıcaz kısaca. Ötesi kurtarmıyor bizi. Bugün o coşkudan o kadar uzaktık ki, Emre gidip bir kere hakemi çekiştirmedi, Tuncay bir kere topu ısırmadı, Sabri bir kere hırsını, oyuna, maça isyanını göstermedi. Bu da sinirleri alınmış milli takımımızı yenmeyi Almanlar adına daha da kolaylaştırdı.
Milli takım son yıllarda ilk defa rakip karşısında bu kadar ezildi. Maç boyunca hiç bir şey üretemedi. Ayağımıza aldığımız top duvardan geri döndü ve Almanlar istedikleri gibi hazırlık paslarını yaptılar, hücuma çıktılar, kendi oyunlarını oynadılar.
Bugün yıldızını en çok parlatan isimse Almanya'da çok uzakta biri oldu. Arda Turan... Arda olmadan olmayacağını herkesin gözüne bir kez daha soktu bugün milli takım oynadığı futbolla. Topun her ileri gidip duvardan dönermişcesine kalemize geldiğini gördükçe gözler biraz daha fazla aradı Arda'yı.
Velhasıl kelam, çok önemli dersler çıkarılması gereken bir geceyi bıraktık geride. Eğer bu maçtan gerekli dersleri almazsak önümüz çok da aydınlık gözükmüyor. Bugün ne kadar hataları var olsa da Hiddink burdan çıkış yolunu da bulacaktır mutlaka. Hiddink elbette ki çok büyük bir hoca. Fakat en önemli nokta bunun sınırını belirlemek, o kadar çok seviyoruz ki her şeyi abartmayı. Bir adamdan ya nefret ediyoruz yada putlaştırıyoruz.
Neyse bu kadar yazdık ettik tabi ama hepsi laf ne de olsa? Esas konuya gelelim biz. İlk soru, Mesut iki milli marşı da okumadı. Ve ikinci soru, Mesut golünü attı ve sevinmedi. Bütün mesele buydu aslında dimi. Futbol, teknik, taktik hikaye. Yarın olsun yine bütün gazeteler, bütün televizyonlar başlasınlar yine Mesut kavgasına.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder