Yazı dizimizin 2. bölümünde, marka değerini arttırmanın en önemli ve kalıcı adımlarından biri olduğuna inandığım eğitim konusuna değineceğiz. İlk bölümde genel bir bakış içerisinde irdelediğimiz 'akademi' kavramının ülkede neler değiştirebileceğini, diğer ülkelerde neler değiştirdiğini, spor kalitesini ve ülkedeki lisanslı sporcu sayısını nasıl arttırdığını irdeleyeceğiz.
Futbola yeteneği olan birçoklarımızın hikayesi hemen hemen aynıdır. İlkokul sıralarında aşığı olduğunuz futbolla daha yakından ilgilenmek için ailemiz tarafından yaşadığımız bölgenin yerel takımının minik takımına yazılmışızdır. İlk alınan forma, krampon, ilk oynanan maç hiçbir zaman unutulmaz. Heyecandan elimiz ayağımıza dolanmıştır. Bu güzel dönem lise sıralarına kadar devam eder, ancak ne zamanki üniversite sınavına hazırlık süreci başlar, o zaman çoğumuz iki yolun başında tercih yapmak zorunda bırakılmışızdır. Futbol oynamak ile üniversite hazırlığı aynı anda gitmez. Akşam geç saatlere kadar devam eden antremanlardan yorgun dönülür, ders çalışacak takat kalmaz kimsede. Haftasonları dershaneye mi gidilecektir antremana mı, büyük bir sorunsaldır. Bu noktada hepimiz tıkanmışızdır, çoğumuz da üniversite hazırlığını tercih etmişizdir. Bu tercih durumundan dolayı da birçok yetenekli genç, daha garanti yolu seçip yüksek öğrenim için hazırlıklarını yapıyorlar, büyük potansiyelli yetenekler de kariyerlerine başlamadan kaybolup gitmiş oluyorlar sporcu bağlamında. İşte tam da bu nokta, ülke sporu genelinde futbolumuzun en büyük problemlerinden biri.
Bu tercih noktasından dolayı da 'Akademi' kavramı ülkede acilen kurulması gereken bir sistemdir. Bu sistemin kurulması da düşünüldüğü kadar zor değildir. Farklı ülkelerin sistemlerinden öykünmek bile yeterli olabilir. Önümüzdeki örneklerden bize en yakını, Lineker'in her maçı kazandıklarını söylediği Almanlardır.
Almanlar, Euro 2000'de gruplardan dahi çıkmayı başaramayınca, futbolda yeni bir devrime ihtiyaçları olduğunu anladılar. Yeni yıldız oyuncu çıkaramadıklarını farkeden Almanlar, Federasyon özkaynaklarındaki dağılımı komple değiştirdiler. 2002 yılında açılmaya başlanan futbol akademileri, 2003 yılının sonuna gelindiğinde 366 sayısına ulaşmıştı. Almanlar, sorunu kökünden çözmek için soruna da en tabandan yaklaşmıştı. Almanların 2010 Dünya Kupası'nda herkesi kendine hayran bırakan oyununa imza atan isimlerden olanlar da (Jerome Boateng, Aogo, Kross, Özil, Khedira, Müller, Marin vs.) bu futbol okullarının öğrencileri oldu. Almanlar, sadece 5 yıl içerisinde ektiklerini biçtiler, Avrupa'nın İspanya ile beraber en yetenkli ve tüm ülkelerden daha genç bir takıma sahip oldular..
Bir başka örnek de, her konuda ,ne yazık ki, örnek aldığımız Amerikalılardan gelsin. ABD'deki 'kolej' sistemi, yani NCAA, spor yöneticiliği bölümlerinde ders olarak işlenebilecek bir konudur. NCAA'de 3 ayrı lig vardır. Bu liglerin ilk ikisinde, sporcuların burs alma olanakları vardır. Bu sayede, kolejde okuyamacak olan sporcular, ücretsiz olarak öğretimlerine devam ederler, daha az yetenekli olan oyuncular ise 3. ligde kendilerini geliştirmeye çalışırlar. Ligler arasında düşme yada yükselme yoktur, bu da bu genç sporcuları büyük baskılardan uzak tutar. Kolejlerdeki en önemli kural, derslerinde başarısız olan sporcuların takımla ilişikleri kesilir. Yani bir sporcunun sadece yetenekli olması yetmez, aynı zamanda derslerinde de yeterli olmalıdır. Ders programları hatta diyetleri bile sporcular için özel hazırlanır, ancak eğitim ve öğretimleri asla aksatılmaz. Yani ülkemizdeki gibi sadece yetenekli diye kayırılan gençler görmek imkansızdır. Bu sayede basketbolun en yüksek kalitede oynandığı lig olan NBA'e her anlamda kaliteli oyuncular yetiştirilmeye çalışılır. Genel basketbol seviyesine bakıldığında da, Amerikalıların bu konuda ne kadar başarılı olduğunu rahatlıkla görebilmekteyiz..
Bu iki örnek üzerine, gelin kendi projemizi ortaya koyalım. Ülkemizin şartlarına göre kurulacak bir sistem, ülke futbolunu çok daha ileriye götürebilir. Öncelikle, akademi kurulumu için, Federasyon gelir dağılımını toptan değiştirmemiz gerekiyor. Federasyon gelirlerinin hatırı sayılır bir bölümünü ilk kurulum sürecinde bu projeye ayırmak gerekir. Ancak asıl geliri kulüplerden almak için, gene Amerikalıların bir sistemini kendi sistemimize çevirerek uygulayabiliriz. Bildiğiniz üzere, NBA liginde her yıl 'Draft' seçmeleri yapılmakta. Draft, takımların kolejden yada liseden gelecek oyuncuların seçimine ad verilen organizasyondur. Bir sezon önce Play-off'lara katılamayan takımlar kendi aralarında çekilişle oyuncuları seçme sırasını belirlerler, diğerleri de lig sıralamasına göre yeni oyuncuları kadrolarına katar. Ülkemizde uygulayabileceğimiz sistem ise, tamamen maddi düzeneğin üstüne oturtulabilir. Yeni akademilerin kurulumu için gereken maddi gücü , kulüplere uygulanacak draft sistemiyle karşılayabiliriz. Federasyon, bir birim fiyatı belirler, daha sonra bu hisselerden en çok satın alanlara göre bir liste yapılır. Bu listenin en başından itibaren , takımlar federasyon akademilerinden oyuncu alabilirler. Draft sisteminin farklı bir varyasyonu olan bu sistem, takımların kendi geleceklerine bu şekilde dolaylı olarak yatırım yapacaklardır. Bir diğer sistem ise, her kulübün kendi akademisini kurma zorunluluğunu getirmek de olabilir. Fakat bunun için büyük bir denetim organı gerekmektedir..
Bu maddi girdilerden sonra, akademilerimiz için destinasyonlar bulmaya geldi sıra. Bu noktada ülkenin şartları göz önünde bulundurulmalı. Geçen ay ajanslara düşen bir haber, bu konudaki fikirlerimi daha da güçlendirdi. Ağrı'da polise taş atan çocuklara polisimiz plastik top atarak karşılık verdi. Çocuklar da birden taş atmayı bırakıp, topları yakalama telaşına düştüler. Bu olay bile, oradaki durumu özetliyor. Ligde oynayan Türk futbolcuların memleketlerine de baktığımızda, Güneydoğu Anadolu bölgesinin sayılar gerçekten içler acısı. Ligimizde, sadece Almanya'dan gelmiş 50 oyuncu görmekteyken, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden sadece 20 oyuncu olması (Diyarbakır, Siirt, Batman, Mardin, Şanlıurfa, Van) durumun vehametini ortaya koyuyor. Bu bölgeye yapılacak yatırım hem bölgedeki gençlerin, sporla profesyonel olarak ilgilenmesini sağlayabilir, hem de bölgedeki negatif durumu aydınlık bir tarafa çekebilir..
Akademilerimizi kurduktan sonra, sistemlerini de kısaca belirmeye başlayabiliriz. Konumuz futbol olduğu için, biz olaya futbol çerçevesinden bakıyoruz, ancak pek tabi bu akademiler genel manada spor akademileri olarak da kurulabilir. Sistemimiz, yetenekleri bulmakla başlar. Birçok sporda, yetenekler, küçük yaşta uygulanacak birtakım testle belirlenebilmekte. Bu testlerin ülke genelinde yapılmasından sonra, yetenekleri tespit edilen gençleri akademilere çekmeliyiz. Akademi programları, bazı okulların uyguladığı sabah-öğlen eğitim sistemine göre düzenlenebilir. Mevsimlere göre yer değiştirebilecek olan programlardan bir tanesi, sporcuların normal eğitim ve öğretimlerini görecekler. Günün geri kalanında da sporcuların branşlarına bağlı olarak profesyonel hocalar eşliğinde spor eğitimlerini almaları sağlanmalıdır. Sporcuların diyetleri, uyku düzenleri, aile hayatlar gibi özel konularla da yakından ilgilenilmelidir. Bu sistemin en önemli dişlisi ise, akademinin, o bölgede yaşayan profesyoneller tarafından uygulanmasıdır. Başlangıçta eğitimciler tarafından eğitilecek beden eğitimi öğretmenleri, kendi yaşadıkları bölgelerde Türk Futbolu Devrimi'ni gerçekleştirebilirler..
Kağıt üzerinde okuduklarınız kulağa çok basit ve mantıklı gelebilir. Eminim ki, bu basit fikirlerin ilk sahibi ben değilim. Ancak uzun yıllardır, düşünülebilmesine rağmen uygulanmayan bu projelerin neden bu ülkede hayata geçmediğinin cevabı da , galiba bu ülkenin genel olarak özetini teşkil etmekte..
selamlar. marka değeri demişsiniz ama bu "futbolda devrim" yazısı olmuş, çok da güzel olmuş. elinize sağlık. aylardır anlatmaya çalıştığım futbol devrimi bir kulüpte olmaz hele ki a takımlarda hiç olmazın nedenlerini de gördüm bu yazıda, çözümü de. elinize sağlık tekrar. twitter üzerinden de paylaşıyorum, haberiniz olsun. telif falan istemeyin, vermem:)
YanıtlaSil