20 Nisan 2010 Salı

BANDIERA'S'a Başlarken...

Bandiera, yani bayrak adam. Niçin İtalyanca bir isim seçtik bu bloga bilmiyorum. Bu adamlara bizden çok daha fazla değer verdikleri, onlara vefa gösterdikleri için olabilir. Dedim ya daha önemli görüyorlar gibi geldi, daha etkili. Önemli insanlar çünkü bu adamlar. Nesilleri hızla tükeniyor şu günlerde.

Kimdir bayrak adam? Kulübüyle özdeşleşmiş, adeta simgesi olmuş futbolcudur. Takımın emektar oyuncusu mu? En klâs oyuncusu mu? Taraftarın en sevdiği adam mı? Kaptan mı? En çok golü atan mı? Altyapıdan yetişmiş, 15 yıldır tesislerden çıkmayan mı? Yerli mi yabancı mı? Hepsi ya da hiçbiri..

Sahada yüreğiyle oynayan, son düdük çalmadan mücadeleyi asla bırakmayan, taraftarının en güvendiği oyuncu, takımın lideri..

Bir bayrak adam takımını asla yüzüstü bırakıp gitmez. Gün gelir kadro dışı kalır, ama yine de takımına bağlıdır. Derler ya, "renklere âşıktır, paraya değil".

Bir oyuncunun bayrak adam olabilmesi için ilk şart onu aklınıza getirdiğinizde gözünüzün önüne oyuncuyla takımının aynı anda gelmesi, oyuncunun takımının formasıyla birlikte gözünüzün önüne gelmesidir. Mesela 6 Ocak 2005'te oynanan Lazio - Roma maçında Roma taraftarları Laziolu Di Canio'ya bu şartla ilgili güzel bir gönderme yapmışlardır. Açtıkları pankartta " di canio: milan, ternana, sheffield, west ham, celtic, napoli, charlton; bu mu sizin bayrak adamınız? " yazıyordur.



Di Canio işte bu yüzden Lazio'nun bayrak adamı değildir, hiçbir zaman da olamaz. Peki, kimler bayrak adamdır? Hem yurtiçinde, hem yurtdışında örneklerine rastladığımız bu güzel insanlar adlarını kulüplerinin tarihine ve taraftarlarının kalbine altın harflerle yazdırırken biz de saygıyla analım...

Paolo Maldini - AC Milan (1984 - 2009)

Milan'ın efsanevi kaptanı. 1978'de henüz 10 yaşındayken Milan altyapısında başlayan kariyeri sayısız rekor ve başarılarla sürmektedir. Kırmızı-siyahlı formayla ilk maçına henüz 16 yaşındayken çıkmıştı (20.1.1985 Udinese - Milan) ve bugün bu formayı 600'den fazla kez giyerek hem kulüp tarihinin hem Serie A tarihinin en çok forma giyen oyuncusu konumunda. Bununla birlikte İtalya milli takımını da 2002'de milli formaya veda etmesine rağmen 126 defayla en çok giyen oyuncudur.

Babası Cesare Maldini de Milan forması giymiştir, oğlu Christian Maldini de giyecektir (çoktan Milan ile sözleşme imzaladı bile) 3 numaralı efsane forması kendisinden sonra müzeye kaldırılacak, ta ki oğlu Christian Maldini Milan formasıyla profesyonel olarak tanışıncaya dek. Bir evlat için yaşanabilecek en büyük gururlardan biri olsa gerek.

Milan taraftarı için Paolo Maldini'nin adı kulüple özdeşleşmiştir, adeta taparcasına severler kaptanlarını.
İstanbul'da oynanan 2005 Şampiyonlar Ligi finalinde Liverpool ağlarını maçın henüz 50. saniyesinde havalandırarak ligin "en erken atılan golü" ne imza atmıştır. Bir savunma oyuncusu için ilginç bir unvandır tabi bu. Bir de ilginç bir anekdot: Ülkemize de birçok kez gelen Maldini, Galatasaray ile Ali Sami Yen'de yaptıkları maç öncesi taraftarlara olan hayranlığını şöyle bir şaşkınlık cümlesiyle dile getirmiştir: "Beni burada sadece 25000 kişi olduğuna asla inandıramazsınız."

Alessandro Del Piero - Juventus ( 1993 - .... )

Paolo Maldini'nin aksine Del Piero Juve altyapısında yetişmemiş, genç yaşta Padova'dan transfer edilmiştir. Marcelo Lippi, henüz takımda 2.senesini geçiren Alessandro'yu dönemin en büyük yıldızlarından Roberto Baggio'yu kesmeyi göze alarak ilk 11'e almış ve dünya futbolu onun müthiş yükselişini izlemiştir. Bu dönemde takımını sırtlamış, 96/97 ve 97/98 sezonlarında kazanılan lig şampiyonluklarında ve oynanılan Şampiyonlar Ligi finallerinde başrolü oynamıştır. 90’ların sonlarına gelindiğinde yakasını bir türlü bırakmayan sakatlıklar kariyerini sekteye uğratsa da ilerleyen zamanlarda adeta yeniden doğmuştur.

2005/06 sezonunu şampiyon tamamlayan Juventus, şike yaptığı için 2.lige düşürülünce kadrosundaki yıldızlarının büyük bölümünü başka takımlara kaptırıyordu. Ama kaptan bunlardan olamazdı; büyük bir vefa örneği göstererek takımında kaldı. O sezon (2006/07) Serie B'de gol kralı olarak ( 21 gol) Juve'nin geri dönüşünde önemli bir katkı sağladı. Yetmedi, Serie A'ya yükseldikleri sezon bir kez daha gol kralı olmayı başardı. Burada ilginç bir olayı es geçemeyiz. Bazı oyuncular gol kralı olabilmek için özellikle ligin son haftalarında takım arkadaşlarından yardım görürler. Örneğin normalde takımın penaltıcısı bir başkasıyken, krallıkta iddialı olan oyuncu son haftalarda sayısını arttırmak için vuruşları kullanır. Fakat Del Piero asla böyle bir oyuncu değildir. 2007/08 sezonunda son hafta Marco Borriello (Genoa), David Trezeguet (Juventus) ve Alessandro 19'ar golle girmişlerdi. Del Piero, son hafta maçında Sampdoria deplasmanında önce takımının ilk golünü attı. Sonrasında kazanılan penaltıyı takım arkadaşı David Trezeguet'e bıraktı ve goller eşitlendi. Daha sonra kendisi bir gol daha atarak gol sayısını 21'e yükseltti. Marco Borriello da Atalanta deplasmanında gol atamayınca krallığı kazandı.



İşte böylesine asil bir duygunun insanıdır. Son derece karizmatiktir. Sağ ve sol ayaklarının ikisini de kullanabilir, frikik ustasıdır. Lakabı "pinturicchio" dur İtalyan büyücüsünün. Ceza sahasına soldan girerken, sağ ayak içiyle uzak kale direğine doğru yaptığı kesme vuruşlar imzasıdır. Bu vuruşları yaptığı bölgenin adı da "Del Piero zone" olarak bilinir.

Juve'nin efsanevi 10 numarası, Fifa98 'de favori adamımdı. Bugün yıl olmuş 2010 ve PES2010'da hala favori adamım değişmedi. O baş belası sakatlıklarından kurtulup yıllara meydan okuyarak bizlere yaşattığın futbol ziyafeti için teşekkürler kaptan.

Bülent Korkmaz - Galatasaray (1984- 2005)

17 Mayıs 2000 tarihinde, Kopenhag’da Galatasaray-Arsenal UEFA Kupası finalinde omzunun çıkmasına rağmen tek kolla maçı tamamlaması, Galatasaray kariyerinin bir özetidir adeta Bülent Korkmaz’ın. “Ölsem bile hiç umurumda değildi. Futbol hayatımın "Rüya maçında" bu rüyadan kimse beni uyandıramazdı” diye özetleyecekti sonradan o anları. Asıl adı Cesur’dur. Ama göbek adı olan Bülent ile anılır hep. Tabii sadece bu değildir taraftarın onu “Cesur Yürek” diye çağırmasının nedeni. Bülent sahaya her çıktığında adeta yüreğini ortaya koyar, 90 dakika savaşırdı. 21 yıllık Galatasaray kariyerinde belki bazı maçlardan sonra “Bülent bugün çok iyi oynamadı” denilebilir, ama asla “mücadele etmedi” denilemezdi.

Kariyerinde 29 kupa bulunan Bülent, 102 defa da A milli takım forması giymiştir. 101 kez ile en çok Avrupa Kupası maçı oynayan Türk oyuncusudur. Ayrıca Galatasaray tarihinin Süper Lig’de en fazla forma giyen oyuncusudur: 630 kez.

Rakamlar onun kariyerinde bir detaydır aslında. UEFA Kupası’nın alındığı sezon, final maçında yalnızca 8 ay önce kadro dışı bırakılmıştır. Ama o, birçok taliplisine rağmen ayrılamaz gönül verdiği renklerden. Yılmaz, sessizce tek başına çalışmasını sürdürür. Ve finalde mükâfatını alır, sahaya en önde, kaptan olarak çıkar “Büyük Kaptan”.

Taraftarın "3 numaralı formasının bir gün müzeye kaldırılması" fikrine ise suskun kalmayı tercih eder. "Benim için Galatasaray’ın zaferleri önemli" der sadece. Kazanılan hiçbir kupayı tek başına kaldırmadı Bülent Korkmaz. "Bütün takım aynı anda kaldırabilsek... Yeter ki kazanalım" diye açıklar ortak zaferlerin en keyifli dakikalarını...

Tahir Karapınar - Altay (1991- 2003)

Futbolun sadece yetenek olmadığını 12 yıl boyunca aralıksız formasını giydiği Altay’da herkese göstermiştir Tahir Karapınar. Her pazar gidilen pikniklerde mikrofonlar ne zaman İzmir’e uzansa sol kanatta bindirip arka direğe kesiyordur ortasını. Tam 241 defa giyerken o formayı, 16 gol kaydedecekti Süper Lig’de.

Tahir disipliniyle, liderliğiyle, istikrarıyla, forma aşkıyla elbette Altay tarihinde yerini alacaktı, ama onu asıl “unutulmaz kaptan” yapan olayı anlatmadan geçemeyeceğim. 2002 yılında Altay tarihinin en kötü dönemlerinden birini geçiriyordu. Maddi sorunlar bir türlü aşılamıyor, bir türlü toplanamayan genel kurul yeni yönetimi seçemiyordu. İzmir’in asırlık çınarı adeta sahipsiz, ortada kalmıştı. Kongre günü gelip çattığında ise aday çıkmayınca gelenlerden göstermelik bir yönetim oluşturuldu ve kulüp kapanmaktan son anda kurtuldu. Aynı esnada kulübün teknik direktörü ve yardımcı antrenörü yoktu. Masörü yoktu. Maaşlarını alamayan çalışanlar kulübü terk etmişti.

İşte Tahir o gün ortaya çıktı ve sorumluluğu üstlendi. Tek tek arkadaşlarını arayarak topladı. Ki zaten koskoca Altay’da sadece 13 oyuncu kalmıştı. Diğerleri haklı olarak para kazanabilecekleri kulüpleri tercih etmişlerdi. Tahir’in önderliğinde kamp yapmaya, yaklaşan yeni sezona hazırlanmaya karar verdiler. Arkadaşlarını cesaretlendirdi kaptan, mücadele etmek zorunda olduklarına inandırdı onları. Fakat maddi olanakları son derece kısıtlıydı. Teknik direktörsüz, masörsüz, top toplayıcısız, yöneticisiz, 11'e 11 maç bile yapamayacak sayılarıyla kamp yapacaklardı. Rakipleri yurt dışında ve yurt içinde en iyi tesislerde hazırlanırken, onlar ancak Ödemiş’te bir pansiyon bulabildiler. Tahir’in süt ve süt mamulleri satan dükkânından getirilen kahvaltılıklarıyla, bir yerlerden buldukları çalışma programıyla, tek başlarına antrenman yaptılar. Tüm gelirlerine temlik konulan Altay’dan metelik alamadılar. Hatta lisanslarını alabilmeleri için federasyona yatırılması gereken parayı bile zar zor kendileri ödediler.

Beklenen olacak, Altay sezon sonunda küme düşecekti. Ama Tahir, çoktan futbolseverlerin ve Altaylıların gözünde unutulmazlar arsındaki yerini almıştı.



***

İşte, endüstriyel futbolun yükselen trend olduğu şu günlerde, karşı duruşumuzu, bu güzel adamların futbola bakışlarıyla özdeşleştirmek istiyoruz elimizden geldiğince, kalemimiz yettiğince. Futbolu, sadece kazanmaktan ibaret görmeyen, onun ruhunu anlayabilmiş, meşin yuvarlağa hangi renklerin penceresinden bakarsa baksın, karşısındakine saygısını kaybetmeyen herkese adıyoruz bloğumuzu.

1 yorum:

  1. Sanırım ilk yorumlar da benden olmalı, her şeyden önce girdiğiniz bu yolda sonuna kadar sizinle olduğumu bilmenizi isterim... Futbolun sanılanın aksine spordan daha öte bir şey olduğunu, aşktan farklı anlamlar ifade ettiğini , ya da sadece bir spor anlamına gelmediğini burada tüm herkesle paylaşabilecek olmanın güzelliğini bize yaşattığınız için teşekkür ederim... Futbol sadece futbol değil ya da daha doğrusu futbol aslında tek kelime ile futbol...Hani dilimizde bazı kelimeler var ya başka sözcüklerle anlatılamayan işte öyle bir şey futbol. Kalem gibi araba gibi ya da aşk gibi rüya gibi binlerce kelime gibi sadece bir kavram kendi anlamı kendi duyguları olan ve başka güzel duygularla özdeşleştirip anlatmaya çalıştığımız ama asla anlatamayacağımız bir kavram... İşte bu yüzden bence futbolu en iyi anlatan kelime de ''FUTBOL'' M.Melih Erkan

    YanıtlaSil